Dinimizle İlgili Bazı Konular

> Dinimiz ve Kölelik
> Irkların Meydana Gelişi
> Dinimiz ve Adalet
> İslam Terörü Olmaz
> Dini Emirlerde Mantık Aramak
> İrticanın Müslümanlıkla İlgisi Var mı
> İdare Şekilleri
> Müslümanlar Niçin Geri Kalmıştır
> Niçin Müslüman Oldular
> Çoğunluğa Uymak Gerekir mi
> Din Adına Dinsizlikler
> Din Düşmanlarının Taklitleri
> Dinde Zorlama Yoktur
> Hoşgörü Ne Demektir
> Batılı Meşhurların İslam Hayranlığı

Dinimizle İlgili Çeşitli Sorular

Sual: İslam’ın beş şartı, ne zaman farz oldu?
CEVAP
Şu zamanlarda oldu:
1- Kelime-i şehadet: Müslümanlığın başlangıcında farz oldu. Beş şarttan ilk farz olan budur.
2- Beş vakit namaz: Hicretten bir yıl önce mirac gecesinde farz oldu.
3- Ramazan-ı şerif orucu: Hicretin ikinci yılında, Şaban ayında farz oldu.
4- Zekat vermek: Orucun farz olduğu yıl, Ramazan ayında farz oldu.
5- Hac: Hicretin dokuzuncu yılında farz oldu.

Dört temel hadis-i şerif
Sual:
İslamiyet’in temelini bildiren dört hadis-i şerif hangisidir?
CEVAP
İslamiyet’in dört temeli, şu dört hadis-i şerifle bildirilmiştir:
1- (Ameller niyetlere göredir.) [Buhari]

2- (Helal ve haram meydandadır.) [Ebu Davud]

3- (Davacının şahit göstermesi ve davalının yemin etmesi lazımdır.) [Tirmizi]

4- (Kendi için istediğini, din kardeşi için de istemeyen, imanı kâmil olmaz.) [Ebu Davud]

Bu hadis-i şeriften birincisi ibadet bilgilerinin, ikincisi muamelat bilgilerinin, üçüncüsü adalet bilgilerinin, dördüncüsü de ahlak bilgilerinin temelidir. (H.L.O. İman)

Sual: Müslümanlık gelmeden önce, o zamanki insanlar, bakamayız diyerek fakirlik sebebiyle çocuklarını öldürüyorlarmış. Kız çocuklarını da diri diri gömüyorlarmış. İslamiyet gelince bu durumu yasaklamış mıdır? Yasaklamışsa bu konudaki âyet ve hadisler nelerdir?
CEVAP
Bu konudaki bir âyet-i kerime meali:
(Çocuklarınızı yoksulluk korkusuyla, geçim endişesiyle öldürmeyin. Onların da, sizin de rızkınızı biz veririz. Onları öldürmek elbette çok büyük bir günahtır.)
[İsra 31]

Bir hadis-i şerif meali de şöyledir:
(Allahü teâlâ, ana babayı üzmeyi, kız çocuklarını diri diri gömmeyi, dilenmeyi haram kıldı. Dedikoduyu, çok sual sormayı ve malı israf etmeyi çirkin buldu.) [Buhari, Müslim, Ebu Davud]

Sual:
İyi insan nasıl olur?
CEVAP
İyi insan olmak için olgun müslüman olmak gerekir. Zaten müslüman, iyi insan demektir. Müslümana mümin de denir. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Müminler, kurtuluşa ermiştir. Namazlarını huşu içinde kılar, boş şeylerden yüz çevirir, zekatlarını verir, iffetlerini korurlar.) [Müminun 1-5]

(
[Müminler] büyük günahlardan ve hayasızlıktan sakınır, öfkelenince kusurları bağışlar ve işlerini aralarında istişare ederler.) [Şura 37,38]

Hadis-i şeriflerde de buyuruluyor ki:
(Müslüman, elinden ve dilinden emin olunan kimsedir.) [Buhari]

(Mümin akıllı, basiretli ve uyanıktır. Her işte Allah’ın rızasını gözetir. Acele etmez, ilim sahibidir, haramlardan da kaçar.)
[Deylemi]

(Mümin, koku satana benzer. Yanına oturan, beraber gezen veya onunla iş yapan faydasını görür.)
[Taberani]

(Mümin ülfet eder. Ülfet etmeyen ve edilmeyende hayır yoktur.)
[Beyheki]

(Müminin yanına gelen, güzel bahçeye girmiş gibi ferahlık duyar.) [Deylemi]

(Mümin, kötülemez, müstehcen konuşmaz ve hayasız olmaz.)
[Hakim]

(Mümin arı gibidir; konduğu dala zarar vermez. Eseri de güzeldir.) [Beyheki]

(Mümin, uysal bir deve gibi,
“Ih” denince, yer sert olsa da çöker.) [Beyheki]

(Mümin sert değildir. Yumuşaklığından dolayı ahmak zannedilir.) [Deylemi]

(Mümin geçim ehlidir. Arkadaşına rahatlık verir.) [Dare Kutni]

(Komşusu kötülüğünden emin olmayan, mümin olamaz.) [Buhari]

(Kendin için sevdiğini, başkaları için de sev ki müslüman olasın.) [Harâiti]

Sual:
Yabancılar, müslümanlıkta sevginin olmadığını, sevgi hakkında Kur'anda hiçbir âyet bulunmadığını söylüyorlar. Bu hususta bilgi verir misiniz?
CEVAP
Müslümanlık, sevgi, kardeşlik, af, mağfiret ve güzel ahlak dinidir. Kur'an-ı kerim, hadis-i şerifler ve İslam tarihi bunun sayısız örnekleriyle doludur.

Sevgi hakkındaki sayısız âyet-i kerimelerden birkaçı mealen şöyle:
Allahü teâlâ şunları sever:
(İyilik edenleri sever.) [Bekara 195]

(Sabredenleri sever.) [A.İmran 146]

(İhsan edenleri sever.)
[A.İmran 134]

(Adalet edenleri sever.) [Maide 42]

[Ey Habibim, Yahudi ve Hıristiyanlara] de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin, günahlarınızı affetsin! ) [A.İmran 31]

Allahü teâlâ şunları sevmez:
(Zalimleri sevmez.) [A. İmran 57]

(Fesatçıları sevmez.) [Maide 64]

(İsraf edenleri sevmez.)
[Enam 141]

(Kibirlenenleri sevmez.) [Nahl 23]

(Çirkin sözün açıklanmasını sevmez.) [Nisa 148]

Hadis-i şeriflerde sevgi

(Kendi için sevdiğini arkadaşı için sevmeyen, mümin olamaz.)
[Buhari]

(Allah indinde en sevgili kimseler, ahlakça en güzel olanlardır. Bunlar, başkaları ile ülfet ederler, kendileri ile de kolayca ülfet olunur. Allahü teâlânın sevmediği kimseler ise, laf taşıyanlar, kusur araştıranlar, iki kişinin arasını açanlardır.)
[Hatib]

(İyiliği, iyilik edeni sevin! )
[Ebuşşeyh]

(Allah tektir, teke riayet edeni sever.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ, komşusuna ve zimmilere zulmedeni sevmez.)
[Deylemi]

(Allahü teâlâyı seven haya sahibi olur.) [Ramuz]

(Mümin olmadıkça Cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de mümin olamazsınız.)
[Müslim]

(Aşık olup, sevgisini gizleyen ve iffetini muhafaza eden, şehid olarak ölür.)
[Hatib]

(Seven sevdiği ile beraberdir.)
[Buhari]

(Allahü teâlâ cemildir [güzeldir] cemal sahiplerini sever.) [Müslim]

Hazret-i Âdem'e secde
Sual:
Allah’tan başkasına secde edilmediğine göre, Allahü teâlâ, Hazret-i Âdem'e secde edilmesini niçin emretmiştir?
CEVAP
Allahü teâlânın Âdem'e secde edin emri, Âdem'e doğru secde edin demektir. Nasıl biz, Kâbe için değil de, Kâbe istikametine secde ediyorsak, melekler de Âdem aleyhisselama doğru secde ettiler. Fakat İblis secde etmedi. Halbuki İblis, daha önce hep secde ederdi. Kendini Hazret-i Âdem’den üstün gördüğü için ona doğru secde etmedi. (Mektubat-ı Rabbani)

Âdem aleyhisselamdan, İbrahim aleyhisselama kadar, selamlaşma, birbirine secde etmekle olurdu. Sonra, bunun yerine boynuna sarılmakla oldu. Muhammed aleyhisselam zamanında, el ile müsafeha sünnet oldu.

Araplar ve bedeviler
Sual:
Tevbe suresinin 97. âyetinde, (A’rabiler [bedeviler] küfür ve nifakta daha beter) deniyor. Bunun açıklaması nasıldır?
CEVAP
Tefsirlerde, A’rab kelimesi, bedevi olarak geçmektedir. Kâdı Beydavi tefsirinde, bu âyetin açıklamasında buyuruluyor ki:
Şehirden uzak, çölde yaşayan bedeviler, küfür ve nifak yönünden şehir halkından daha ileridedir. Bedevilerin şehir medeniyetinden uzak kalışları, kalblerinin kasvetli oluşu, ilim ehli ile az görüşmeleri, kitap ve sünneti az bilmeleri sebebiyle onlar bu duruma düşmüşlerdir.

Bu tefsirin Şeyhzâde haşiyesinde de şöyle buyuruluyor:
Buradaki A’rab kelimesi Arap milleti değildir. A’rab şehir dışında, çölde yaşayan bâdiye halkıdır. (Arabı sevmek imandandır) hadis-i şerifi, A’rabi ile Arabın farklı olduğuna delildir. Zira Arap övülüyor, A’rab ise kötüleniyor. A’rabiler, yani bedeviler, terbiye altına girmek istemeyen, isyankâr ve kalbleri kararmış vahşi kimselerdir. İlim ehli ile görüşmezler, Allah’ın kitabını, Resulullahın kalblere şifa veren sözlerini dinlemezler. Bunlar, elbette sabah akşam ilim ve hikmet ehlinin ve Resulullahın sohbetini dinleyenlerle aynı olamaz. Şehirde yaşayanla bâdiyede yaşayan arasındaki fark, dağda yetişen meyve ile bahçede [tekniğe uygun olarak] yetiştirilen meyveye benzer. (2/448)

Bedevilerin Müslümanları da elbette vardır. Fakat hüküm ekseriyete göre verilir. (Bu âyet-i kerimedeki A’rabilerden maksat, Müslümanların arasında yetişen mürtedler ve münafıklardır. Bunların kâfirlik ve nifakları, diğer kâfirlerden daha şiddetlidir) diyen âlimler de olmuştur.

Sual: İslam huzurlu olmaya yeterli mi?
CEVAP
Elbette.
Yetmez diyen, hâşâ, eksik göndermiş diye Allahü teâlâya kusur isnat etmiş olur. İslam’a tam uyan tam huzurlu olur. İslamiyet, insanların dünya ve ahiret saadetine kavuşmaları için ihsan edilmiştir. Ama insanın itikadda ve amelde noksanı olursa huzursuz olabilir.

Sual: Hıristiyanın mürtedi ile müslümanın mürtedi aynı mıdır?
CEVAP
Hayır, kâfirlerin hepsi bir dinden sayılır.

Sual: Müslümanlığın gayesi nedir?
CEVAP
İslam dininin gayesi, (Dini, aklı, nesli, bedeni ve malı korumak) olarak bildirilmiştir.

Bu beş esasın gayesi de, imanı muhafaza ederek Müslüman olarak ölmektir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Müslüman olarak can veriniz!) [Âl-i İmran 102]

Sual: Bilmeden İslamiyet’e uygun yaşayan, dünyada faydasını görür mü?
CEVAP
Evet. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, rahat ve saadet menbaı olan dinlerini gönderdi. Dinlerin sonuncusu İslam dinidir. Diğer dinler, kötü insanlar tarafından değiştirildi. Müslüman olsun, kâfir olsun, herhangi bir insan, bilerek veya bilmeyerek İslamiyet’e uygun yaşarsa, dünyada hiç sıkıntı çekmez. Rahat ve neşe içinde yaşar. Avrupa’da ve Amerika’da İslamiyet’e uygun çalışan kâfirler böyledir. Fakat, kâfirlere ahirette hiç sevap ve mükafat verilmez. Böyle çalışan, eğer müslüman ise, ahirette de sonsuz saadete kavuşacaktır.

Sual:
Şemsi ve Kameri yıl başlangıcı neye göre oldu?
CEVAP
Peygamber efendimiz 622 yılında Mekke’den Medine şehrine hicret eyledi. Eylül ayının yirminci pazartesi günü, Medine’nin Kuba köyüne geldi. Bu tarih müslümanlar için Şemsi yılbaşı oldu. O yılın Muharrem ayının birinci günü de, Kameri yılbaşı oldu.

Kiliseye gitmek
Sual:
Gezmek için, kiliseye gitmekte, mahzur var mıdır?
CEVAP
İbni Abidin hazretleri, (Kilisede şeytanlar toplanır) buyuruyor. (Redd-ül-muhtar)

Bir ihtiyaç olmadan, şeytanların toplandığı yere gidilmez. Hele, oradaki âyinlere katılmak ve papazdan dua etmesini istemek, hiç caiz olmaz. Onların âyinlerini beğenmek ise küfür olur.

Sual: Mısır’daki firavunların mezarlarını, merak edildiğinde, müze gezer gibi gidip gezmekte bir mahzur var mıdır?
CEVAP
Caizdir.

Batılı Meşhurların İslam Hayranlığı

Gayrimüslim oldukları halde, Müslümanlığa hayran olan bazı meşhur kimselerin İslamiyet hakkındaki düşüncelerini kısaca naklediyoruz:

1- Tarihe ünlü bir kumandan, aynı zamanda bir devlet adamı olarak geçen Fransa imparatoru birinci Napoléon (Napolyon) (1769–1821) Mısır’a girdiği 1798’de, İslamiyet’in büyüklüğüne, doğruluğuna hayran kalmış, hatta bir ara Müslüman olmayı bile düşünmüştü. Beklide aforoz edilirim korkusuyla bundan vazgeçmiştir. Aşağıdaki satırlar Cherfils’in, (Bonaparte et İslam) ismindeki eserinden aynen alınmıştır:
(Napolyon şöyle diyordu:
Allah’ın varlığını ve birliğini, Musa peygamber kendi milletine, İsa peygamber Romalılara; fakat Muhammed peygamber bütün dünyaya bildirdi. Arabistan tamamıyla putperest olmuştu. İsa aleyhisselamdan altı asır sonra Muhammed peygamber kendisinden önce gelmiş olan İbrahim, İsmail, Musa ve İsa’nın Allah’ını Araplara tanıttı. Arapların yanına sokulan Aryenler, hakiki İsa dinini bozarak onlara Allah, Allah’ın oğlu, Ruhulkudüs gibi, kimsenin anlayamayacağı inançları yaymaya çalışıyor, doğunun barış ve huzurunu tamamen bozuyorlardı. Muhammed peygamber onlara doğru yolu gösterdi. Araplara yalnız bir tek Allah olduğunu, Onun ne babası, ne de oğlu bulunmadığını, böyle birkaç Allah’a tapmanın puta tapmaktan kalan saçma bir âdet olduğunu anlattı.)

Kitabın başka bir yerinde Napolyon’un, (Öyle zannediyorum ki, yakında bütün dünyanın aklı başında kültürlü insanlarını bir araya toplayarak bir hükümet kurmak ve bu hükümeti idare etmek imkânını bulacağım. Ancak Kur’anda yazılı olan esasların doğruluğuna inanıyorum. Bunlar, insanları bahtiyarlığa götürecektir) sözleri yazılıdır.

2- En büyük ilim adamlarından biri olan İskoçyalı Thomas Carlyle (1795-1881), 14 yaşında üniversiteye girmiş, hukuk, edebiyat ve tarih okumuş, Almanca ve Doğu dillerini öğrenmiş, meşhur Alman edibi Goethe ile mektuplaşmış ve onu ziyaret ederek, ona İslamiyet hakkındaki düşüncelerini nakletmiştir.
Konferansından:
(Kur’anı okudukça, onun sıradan bir edebi eser olmadığını, hemen hissedersiniz. Kur’an-ı kerim, kalbden gelen ve diğer bütün kalblere hemen nüfuz eden bir eserdir. Diğer bütün eserler, bu muazzam eser yanında, çok sönük kalır. Kur’anın göze çarpan ilk karakteri, onun doğru ve mükemmel ve yol gösterici, dürüst bir rehber olmasıdır. Bence, Kur’anın en büyük meziyeti budur. Bu meziyet diğer birçok meziyetlere de yol açmaktadır.)

Seyahat hatırasından:
(Almanya’da, dostum Goethe’ye, İslamiyet hakkında topladığım bilgileri ve bu husustaki düşüncelerimi anlatmıştım. Goethe beni dikkatle dinledi ve en sonunda bana, “Eğer İslam bu ise, hepimiz Müslüman olmalıyız” dedi.)

3- Mahatma Gandhi
(1869–1948), Batı Hindistan’ın tanınmış Hıristiyan bir ailesindendir. Babası, Porbtandar şehrinin başpapazı idi. Çok zengindi. Hindistan’ın istiklale kavuşması için babasının ve kendi servetinin hepsini bu uğurda harcadı. Gandhi’nin gayretleri, ülkesinin bağımsızlığa kavuşmasıyla sonuçlandı. Hindistan, İngiliz sömürgesi olmaktan kurtuldu. Hindular ona (Mübarek) manasına gelen Mahatma ismini verdiler.

Gandhi, İslam dinini ve Kur’an-ı kerimi dikkatle incelemiş ve Müslümanlığa hayran olmuştu. Bu hususta şöyle demektedir:
(Müslümanlar, en azametli ve muzaffer günlerinde bile, mutaassıp olmamıştır. İslamiyet, dünyayı yaratana ve Onun eserine hayran olmayı emretmektedir. Batı, korkunç bir karanlık içindeyken, Doğuda parlayan göz kamaştırıcı İslam yıldızı, azap çeken dünyaya ışık, barış ve rahatlık vermiştir. İslam dini, yalancı bir din değildir. Hindular bu dini dikkatle inceledikleri zaman, onlar da, İslamiyet’i benim gibi seveceklerdir. Ben, İslam dininin Peygamberinin ve Onun yakınında bulunanların, nasıl yaşadıklarını bildiren kitapları okudum. Bunlar, beni o kadar etkilendirdi ki, kitaplar bittiği zaman, bunlardan daha fazla olmamasına üzüldüm. Ben şu kanaate vardım ki, İslamiyet’in süratle yayılması, kılıç sebebiyle olmamıştır. Aksine, her şeyden önce sadeliği, mantıki olması ve Peygamberinin büyük alçak gönüllülüğü, sözünü daima tutması, yakınlarına ve Müslüman olan herkese karşı sonsuz sadakati sebebiyle İslam dini birçok insanlar tarafından seve seve kabul edilmiştir.

Müslümanlık, ruhbanlığı ortadan kaldırmıştır. İslamiyet, başından beri sosyal adaleti emreden bir dindir. Hıristiyanlığın birçok eksikleri olduğu için, türlü reformlar yapılmak zorunda kalındığı halde, Müslümanlığın ise ilk günündeki şeklinden, hiçbir şey değiştirilmemiştir.)

4-
Fransa’nın dünyaca tanınmış büyük ediplerinden ve devlet adamlarından biri olan Lamartine, (1790-1869), vazifeyle bütün Avrupa’yı ve Amerika’yı dolaşmış ve bu arada, Sultan Abdülmecid han zamanında Türkiye’ye de gelmiştir.

Lamartine, (Histoire de Turquie = Türkiye Tarihi) adlı eserinde diyor ki:
(Hazret-i Muhammed bir yalancı peygamber miydi? Onun eserlerini ve tarihini inceledikten sonra bunu düşünemeyiz; çünkü yalancı peygamberlik iki yüzlülüktür. İki yüzlülükte inandırma kuvveti yoktur; nasıl ki, yalanda da doğruluğun kudreti bulunmaz.

Mekanikte bir cisim atıldığı zaman onun varabileceği yer, fırlatma gücüyle orantılıdır. Bir manevi ilhamın gücü de onun meydana getirdiği eserle orantılıdır. Bu kadar çok şey taşıyan, bu kadar uzaklara kadar yayılan ve bu kadar uzun zaman aynı kudrette devam eden İslamiyet yalan olamaz. Bunun çok samimi ve çok inandırıcı olması gerekir. Onun hayatı, uğraşmaları, memleketinin hurafelerine ve putlarına kahramanca saldırıp onları parçalaması, puta tapan çoğunluğun hiddetlerine karşı koymak ataklığı, kendine saldırdıkları halde, 13 sene Mekke’de buna dayanması, hemşerileri arasında türlü hadiseler çıkartmak ve kendini adeta kurban yerine koymak gibi hallere tahammül etmesi, Medine’ye hicreti, durmadan yaptığı teşvikler ve verdiği vaazlar, çok üstün düşman kuvvetleriyle yaptığı savaşlar, kazanacağına olan güveni, en büyük felaket zamanında bile duyduğu insanüstü güvence, zaferde bile gösterdiği sabır ve tevekkül, dini tebliğ etme azmi, sonsuz ibadeti, Allah ile mukaddes konuşmaları, ölümü, ölümünden sonra da devam eden şan ve şerefi, zaferleri, Onun hiçbir zaman bir yalancı peygamber olmadığını, tam aksine büyük bir imana sahip bulunduğunu gösterir.

İşte bu imanı, Rabbine olan itimadı, Ona, ortaya iki yeni itikad, iman koymasını sağladı: Biri, (Tek ve ebedi varlık olan bir Allah’ın bulunduğu), ikincisi ise (Putların tanrı olmadığı) idi. Birincisiyle Araplara, o zamana kadar bilmedikleri, bir olan Allahı tanıtıyor, ikincisi ile de, o zamana kadar tanrı zan ettikleri putları onların elinden alıyordu. Kısaca, bir kılıç darbesi ile yalancı ilahları, putları kırıyor, bunun yerine onlara (Tek Allah) inancını yerleştiriyordu.

Hatip, peygamber, kanun koyucu, cenkçi, insan düşüncelerini etkileyici, yeni iman esasları koyan ve yirmi büyük dünya imparatorluğu ile bir büyük İslam devleti kuran kişi: İşte Muhammed peygamber budur! İnsanların büyüklüğü ölçmek için kullandıkları bütün ölçülerle ölçülsün; acaba Ondan daha büyük bir şahıs var mıdır? Olamaz!)

5- İslamiyet’ten önce Arabistan bir çöl ve orada oturan insanlar da yarı vahşi bedevilerdi. Putperesttiler. Birçok puta taparlardı. İlkel bir hayat sürerlerdi. Kız çocuklarını diri diri gömmek gibi korkunç âdetleri vardı. İşte böyle aciz, zavallı, vahşi olan bir kavim, onlara rehberlik eden Muhammed peygamber sayesinde birdenbire değişmiş, tam bir medeniyete kavuşmuş, olağanüstü bir gayretle 30 sene içinde, doğuda Türkistan ve Hindistan, batıda İspanya olmak üzere akla hayret veren çok kudretli bir İslam devleti meydana getirmiştir. İlimde, fende ve medeniyette son derece ilerlemişler, o zamana kadar bilinmeyen birçok şeyler keşfetmişlerdir. İlim, fen, tıp ve edebiyatta en yüksek mertebeye varmışlardır. İlimde o kadar ileri gitmişlerdi ki, Papalar bile Endülüs Üniversitelerinde okuyor, dünyanın her tarafından koşup gelenler, bu üniversitelerde fen ve tıp tahsil ediyorlardı.

O zamanın Avrupa’sından bahseden John W. Drapper gibi tarafsız bir tarihçi, (Avrupa’nın manevi inkişafı) ismindeki eserinde şöyle demektedir:
(O zamanki Avrupalılar, tamamen barbardı. Hıristiyanlık onları barbarlıktan kurtaramamıştı. Hıristiyan dininin başaramadığını, İslam dini başardı. İspanya’ya gelen Araplar, önce onlara yıkanmasını öğrettiler. Sonra, onların üzerindeki parça parça olmuş, bitlenmiş hayvan postlarını çıkararak, temiz, güzel elbiseler giydirdiler. Evler, konaklar, saraylar yaptılar. Onları okuttular. Üniversiteler kurdular. Hıristiyan tarihçiler, İslam’a karşı olan kinlerinden ötürü, bu hakikati gizlemeye çalışmakta, Avrupa’nın medeniyette Müslümanlara ne kadar borçlu olduğunu bir türlü itiraf edemezler.)

6- Almanya’da Stuttgart şehrinde 1888’de yayınlanmış olan Kürschner ansiklopedisinin (Muhammed ve İslam dini) hakkındaki yazısından bir bölümü şöyle:
(Hazret-i Muhammed, gayet güzel huylu, güler yüzlü, kibar tavırlı ve çok dürüst bir zattı. Daima hiddet ve şiddetten kaçmış, hiçbir zaman zulüm yapmamıştır. Müslümanların daima iyi huylu, güler yüzlü olmasını istemiş, Cennete iyi huy ve sabırla gidileceğini bildirmiştir. Doğru sözlülüğün, merhametin, fakirlere yardımın, misafirperverliğin, şefkatin, Müslümanlığın esas temelleri olduğunu beyan etmişti. Daima kanaat ile yaşamış, debdebe ve gösterişten kaçınmıştır. Müslümanlar arasında hiçbir sınıf farkı tanımamış, en fakir bir Müslümanın bile hatırını gözetmiştir. Büyük bir zaruret olmayınca, zora başvurmamış, bütün meseleleri tatlılıkla, anlaşmayla, nasihat ve izahla halletmeye uğraşmış ve başarılı olmuştur. 630’da tekrar Mekke’ye dönerek, bu şehri kolayca fethetmiş ve çok kısa zaman içinde, vahşi Arapları, dünyanın en medeni insanları haline getirmiştir.)

7-
1893–1898 seneleri arasında İstanbul’da İngiltere elçiliği birinci kâtibi olan Sir Charles Eliot 1900’da basılan (Turkey in Europe = Avrupa’da Türkiye) adlı eserinin (Müslümanlık dini) kısmında şöyle demektedir:
(İsa peygamberin mülkü, bu dünya değildi. Eğer Hıristiyanlık, belli bir hükümet veya teşekküle bağlı olsaydı, bu din arada kaynar giderdi. Müslümanlıkta ise, bunun tamamen aksi olduğu görülür. Muhammed peygamber, yalnız bir din adamı değil, aynı zamanda, çok büyük bir liderdi. Kendisini ziyarete gelenler, Ona karşı, Papa’ya ve Sezar’a duyulan saygıların birleşimi halinde bir saygı duyarlardı. Muhammed peygamber, daima dikkatli bir devlet adamı olmuş, yaptığı fevkalade işlere ve bütün mucizelerine rağmen, kendisinin tevazu sahibi bir insan olduğunu söylemiştir. Hayatında hiç bir hatası yoktur.)

Sir Eliot devam ederek diyor ki:
(Müslümanlığın en güzel bir tarafı da, vatandaşları ve yabancıları birbirinden ayırmayışıdır. İslamiyet’in insana verdiği önem çok büyüktür. Mesela, İslamiyet’e inananların en güzel örneklerinden olan Türk askeri, son derecede emir dinler. Diğer milletlerde böyle bir asker hemen hemen yoktur. Türk askerinin disiplini, amirlerine itaat etmesi, cesareti, onun Müslüman oluşundan ileri gelmektedir. Bu güzel huyları ona Müslümanlık öğretmektedir. Müslümanlık aynı zamanda, (Zekât vermek) sayesinde, insanlar arasında (servet birliği)ni de kurmakta, birçok felaketlere sebep olan zengin fakir farkını kaldırmaya gayret etmektedir. Bu haşmetli din, herkesin anlayacağı kadar basittir. Muhammed peygamberin hayatı üzerinde insaflı ve etraflı tetkik yapmış olanlar, Ona karşı büyük bir muhabbet ve hürmet duyarlar.)

8- Fransa’nın Touraine şehrinde doğmuş olan İtalyan asıllı Fransız devlet adamı Henri A. Ubicini, senelerce Türkiye’de kalmış olup, 1851 de Paris’te yayınlanan (La Turquie Actuelle = Bugünkü Türkiye) eserinde, İslam dini hakkında şöyle demektedir:
(İslam dini, insanlara şefkat ve idrak emreder. Avrupa’nın (dinsiz) diye sinesinden attığı bahtsız insanlar, padişahın misafiri oldular ve Müslüman Türk dünyasında, vatanlarında mahrum oldukları, hürriyet ve emniyet içinde yaşadılar. Bütün din mensupları, burada aynı adaleti ve şefkati gördüler. Türklere ve Müslümanlara barbar diyen Avrupalı, onlardan misafirperverlik ve insanlık dersi aldı. 16. asırda yaşamış olan bir yazar, “Ne gariptir, ben İslam ülkelerini gezdim. Barbar dediğimiz Müslümanların şehirlerinde ne kaba kuvvet, ne de cinayet gördüm. Herkesin hakkına saygı gösteriyorlar. Gariplere yardımcı oluyorlar. Büyük küçük, Hıristiyan, Yahudi veya Müslüman, hatta dinsiz olsun, aynı adaleti ve merhameti buluyor” demektedir. Ben de ona katılıyorum.)

9-
Dünyanın en büyük şirketlerinden HP'nin yönetim kurulu başkanı Bayan Carly Fiorina, ana konuşmacı olarak davet edildiği, (Teknoloji, piyasalar ve hayat tarzımız: Gelecekte neler olacak?) konulu konferansta yaptığı konuşmasının sonunda özetle şöyle dedi:
(Bir zamanlar tarihte öyle bir medeniyet vardı ki, o dönemin en büyük medeniyetiydi. Bu medeniyet birçok kıtalara yayılmış, sınırları okyanustan okyanusa, kuzey iklimlerinden tropik iklimlere ve çöllere kadar uzanmıştı. O medeniyetin tebaası olarak, farklı ırklardan, farklı dillerden, farklı kültürlerden yüz milyonlarca insan yaşamıştı. Bu medeniyette konuşulan dillerden bir dil, dünyada çok konuşulan bir dil haline gelmiş ve farklı kıtalardan insanlar arasında köprü olmuştu. Bu medeniyetin ordusundaki farklı milletlerden olan askerler, tebaasına ve dünyaya, dünyanın belki de hiçbir zaman görmediği bir barış sundu. Bu medeniyetin tacirleri, Latin Amerika'dan Çin’e ve arada kalan bütün ülkelere ulaşmışlardı.

Yeni buluşlar bu medeniyetin temel taşlarından biri olmuştu. Bu medeniyetin mimarları, yerçekimi hesaplarına dayanan binalar yapmışlar, matematik bilginleri, bilgisayarın temel algoritması olan algebrayı (cebiri) bulmuşlar ve kodlamayı keşfetmişlerdi. Doktorları, hastalıklara yeni ilaçlar bulmuşlar, uzay bilginleri gökyüzündeki yıldızları incelemişler ve onları isimlendirerek, bugünkü uzay çalışmalarının temellerini atmışlardı. Edipleri, hikâyeler yazmışlar ve şairleri kendilerinden öncekilerin yazmadığı şekilde sevgi üstüne şiirler yazmışlardı.

Öteki medeniyetler yeni fikirlerden korkarken ve sansür uygularken, bu medeniyet devamlı yeni fikirlere açık olmuş ve bilgiyi, kültürü devamlı canlı tutmuştu. Sözünü ettiğim medeniyet, 800’den 1600 yılına kadar uzanan ve Osmanlı İmparatorluğu'nu da içine alan, Kanuni Sultan Süleyman’lar gibi hükümdarlar yetiştiren İslam medeniyetidir. Bu medeniyetin bize sunduğu miras, bugünkü Batı medeniyetinin temelini oluşturmaktadır. Bugünkü teknoloji İslam matematikçilerinin sayesinde vardır. Sufî yazar Mevlana gibi yazarlardan çok şeyler aldık. Kanuni Sultan Süleyman gibi hükümdarlardan tolerans göstermeyi ve liderliği öğrendik. Bu medeniyetten dersler çıkarmalıyız.)

Netice:
Görülüyor ki, artık birçok batılı filozof, ilim ve siyaset adamları da, İslam dininin mükemmeliyetini kabul etmektedir. Peygamber efendimiz hakkında methiyeler söylemekte, Kur’an-ı kerimden, büyük bir hürmet, büyük bir takdir, büyük bir hayranlıkla bahsetmektedirler; fakat bunlar, Kur’an-ı kerimi, Allah kitabı olarak değil, Muhammed aleyhisselamın yazdığı büyük ve kıymetli bir eser olarak kabul etmektedirler. Eğer böyle olmasaydı, bütün bu hayranların Müslüman olmaları gerektirirdi.

Halbuki Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Kulumuza
[Muhammed aleyhisselama] indirdiğimizden [Allah’tan geldiğinden] bir şüpheniz varsa, iddianızda doğru iseniz, Allah’tan gayri şahitlerinizi [bilginlerinizi] de yardıma çağırıp, haydi onun benzeri bir sure meydana getirin! Bunu yapamazsınız, asla yapamayacaksınız da.) [Bekara 23, 24]

(Kur’an, eşi benzeri olmayan bir kitaptır. Ona önünden, ardından [hiçbir yönden, hiçbir şekilde] bâtıl gelemez [hiçbir ilave ve çıkarma yapılamaz. Çünkü] O, kâinatın hamd ettiği hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafından indirilmiştir.) [Fussilet 41-42]

(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulünü Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır.) [Saf 9]

(Bütün dinlerden üstün kılmak üzere, peygamberini, hidayet ve hak din İslam ile gönderen Odur. Şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

Hoşgörü Ne Demektir

Sual: Bir ateist, (İslam dininde hoşgörü yoktur. Örneğin zina, hırsızlık gibi suçlara ağır cezalar veriliyor. Müslümanlığı bırakan öldürülüyor. Eğer hak ve mantıklı bir din olsaydı böyle cezalar olmazdı. Dinde zorlama yoktur demeleri yalandır. Öyle olsaydı, Namaz kılmayan, açıktan oruç yiyen, ağır şekilde cezalandırılmazdı. Hoşgörülü olmayan bir dine inanmam) diyor. Buna nasıl bir cevap vermeli?
CEVAP
Ateist Allah’a inanmaz ki, Allah’ın kanunlarına inansın. Âyete, hadise yani Allahü teâlânın ve Onun gönderdiği Resulünün sözlerine inanmayana ne delil getirilir? Önümüzde delil olarak uçsuz bucaksız koca bir kâinat var. (Bu, kendiliğinden oldu) diyene ne denir? Aynı topraktan çeşitli sebze meyve bitki çıkıyor, kimisi tatlı kimisi acı. Arı yiyor bal yapıyor, yılan yiyor zehir yapıyor. (Bunlar hep kendiliğinden oluyor. Gezegenler, ay, güneş, deniz hepsi kendi kendine oldu) diyene, yani mantıksız birine ne söylenebilir? Bir âyet meali şöyledir:
(Göklerde ve yerde neler var, [ibretle] bakın. Ama inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz.) [Yunus 101]

Bir toplumda suç işleyenlerin cezasının verilmesine itiraz edilmez ki? Hoş görülü olmak için zina edeni, hırsızı, eşkıyayı hoş mu görmek gerekir?

Hoşgörü ne demektir? TDK’nin sözlüğünde, (Her şeyi anlayışla karşılayarak olabildiği kadar hoş görme durumu) diye tarif ediliyor. Dikkat ediniz, her şey deniyor. Adam hırsızlık yapacak, namusumuza tecavüz edecek biz hoş göreceğiz öyle mi? Yine TDK’de, Mezhebi geniş ifadesini tarif ederken, (Namus konusunda aşırı hoşgörülü davranan kimse) deniyor.

Domuz çiftliğine gitmiştim, sualdeki ateistin tarifine göre, domuzun çok hoşgörülü bir hayvan olduğunu gözümle gördüm. Dişi domuz pislik yerken, bir erkek domuzla çiftleştiğini gördüm. Diğer domuzlar, gayet hoş görülü, sanki ateist gibi, başlarını döndürüp de bir kere olsun bakmıyorlar. Halbuki bir çok hayvanda bile böyle hoşgörünün olmadığını, dişisine yaklaşana saldırdığını çok kere gördüm.

Her şeyde her zaman hoşgörü olmaz. Sınırsız hürriyet [özgürlük] gibi, sınırsız hoşgörü de çok yanlıştır. Kötüler hoş görülür mü? Suçlular hoş görülürse, toplumun nizamı nasıl sağlanır? Suçun azaltılması için cezaların ağır olması gerekir. İdam cezası kalkınca olaylar azalmadı, aksine daha çok arttı. Amerika ölüm cezasını kaldırmıyor diye suçlamak mantıksızlık olur. Dinin kuralları insanların istedikleri gibi değiştirilirse, o zaman o ilahi bir din olmaz.

İbadetleri yapmayana verilen ceza Müslüman tebaa [vatandaş] içindir. Gayri müslim vatandaş için böyle bir ceza yoktur. İslam devleti Hıristiyan ve Yahudilerin ibadetlerine karışmaz. Hiçbir baskı yapılmaz. Bu kurallar, Müslümanların ahlakını ve milli birliğini bozulmaktan muhafaza eder. (Dinde zorlama yoktur) âyeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile Müslüman yapılamayacağını ifade etmektedir. Bir gayri müslim, zorla Müslüman yapılmaz.

Müslümanlar hiçbir zaman, kâfirlerin yaptıklarını yapmazlar. Yani maddi ve manevi kazançlar bahşederek veya müdür, profesör, dekan gibi unvanlar vererek bir insanı Müslüman yapmaya teşebbüs etmezler.

İslamiyet tebliğ edilirken de, hiçbir zorlama ve tehdit yapılmamıştır. Bunlar vesikaları ile doğru yazılmış tarih kitaplarında vardır.

Dinde Zorlama Yoktur

Sual: (Yalnız Kur’an) diyerek Resulullahı dışlamaya çalışan zındıklarla, Mısırlı Reşat Halife’nin kurduğu “Ondokuzculuk” dininde olanlar, Buhari’deki, (Dininden dönüp mürted [kâfir] olanı öldürün) mealindeki sahih hadis-i şerif için, (Bu hadis Kur’ana aykırıdır. Çünkü Kur’anda dinde zorlama yoktur âyeti ile çelişmektedir) diyorlar. Buna nasıl cevap verilir?
CEVAP
Önce şunu söyleyelim ki, bunlar, kesinlikle Kur’ana inanmıyorlar. İnansalar, Kur’an-ı kerimde Allahü teâlânın, (Onu âlemlere rahmet olarak gönderdim, Beni seven ona tâbi olur. Ona itaat bana itaattir. Onun getirdiklerini alın, yasak ettiklerinden sakının. O kendiliğinden konuşmaz) diye övdüğü Peygamberinde hiç suç ararlar mı?

Bunlar, Buhari’deki bir hadise uydurma diyoruz da diyemezler. Hadis, her bakımdan sahihtir. Çamur at izi kalır diyorlarsa, iyi bilinmeli ki, sadece Buhari’de değil, hiçbir hadis kitabında veya hiçbir Ehl-i sünnet âlimin kitabında uydurma hadis olmaz. Böyle suçlamalar, din düşmanlarının, dini bize ulaştıran eshab-ı kirama ve Resulullaha itimadı sarsmak ve dolayısıyla müslümanları dinden uzaklaştırmak için uyguladıkları hain bir planın maddelerinden biridir.

İslam devleti Hıristiyan ve Yahudilerin ibadetlerine karışmaz. Hiçbir baskı yapılmaz. Bu kaideler, Müslümanların ahlakını ve milli birliğini bozulmaktan muhafaza eder. (Dinde zorlama yoktur) âyeti, başka dinde bulunan bir kimsenin zor ile Müslüman yapılamayacağını ifade etmektedir. (Allah yolunda göç edinceye kadar hiçbir kâfiri dost edinmeyin. Eğer yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün) mealindeki Nisa suresinin 89. âyeti ise, İslamiyet’i kabul ettikten sonra, ondan yüz çevirip mürted olanların öldürülmesi gerektiğini bildirmektedir. Bir gayri müslim, zorla Müslüman yapılmaz.

Düşmanlarla yapılan savaşı ise şahıslar değil, İslam devleti yapar. Bunu da her gayri müslimle değil, insanlara zulmeden zalim krallarla yapar. Müslüman olmaya kimse zorlanmaz. Çünkü Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(Dinde zorlama yoktur.) [Bekara 256]

Fert olarak hiç kimse asla öldürülmez. Ama ortada bir devlet varsa, devlet başkanının izni ve emri ile zalim krallara savaş açılabilir. Kur’an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Eğer sizden uzak durmaz, barış teklif etmez ve ellerini çekmezlerse onları yakalayın, rastladığınız yerde öldürün. İşte onlar için size apaçık yetki verdik.) [Nisa 91]

(Fitne tamamen yok oluncaya kadar onlarla savaşın.) [Bekara 193, Enfal 39]

(Onları [kâfirleri] bulduğunuz yerde öldürün.) [Bekara 191)

(Haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayıp hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. Eğer tevbe eder, namazı doğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın.) [Tevbe 5]

(Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, Allah ve Resulünün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini kabul etmeyen kitap ehli, küçülüp cizye verinceye kadar savaşın.) [Tevbe 29]

(Yakınınızda bulunan inkârcılarla savaşın; sizi kendilerine karşı sert bulsunlar.) [Tevbe 123]

(İnandıktan sonra inkâr edip, inkârda aşırı gidenin tevbesi kabul edilmez.) [A. İmran 90]

Din Düşmanlarının Taklitleri

Sual: Din düşmanlarının taktikleri nelerdir? Bunları bilirsek daha dikkatli olabiliriz.
CEVAP
Din düşmanlarının [ateist, misyoner vesaire], yıllardır yaptığı saldırılar aşağıda maddeler halinde bildirilmektedir. Bazen mezhepsizler de kısmen aynı taktikleri uygulamaktadır. Bunların maksatları, Müslümanları kendi uydurdukları hurafelerle uğraştırmak olduğu gibi, itikadlarını sarsmaktır. Asıl gizli maksatları ise kendi dinsizliklerini örtbas etmek, gündeme bile getirmemektir. Kendi dinsizlikleri, bozuk itikadları hiç gündeme bile gelmemektedir. Müslümanlar, kendilerini ve mukaddes en son din olan İslamiyet’i hesaba çekmeye çalışan bu din düşmanlarının tuzağına düşmemelidir.

Din düşmanlarının bazı taktikleri:
1- Âlemlerin rabbi Allahü teâlâya inanmıyorlar, yaratıcı falan yoktur diyorlar. Evrimle çoğaldık, ayıdan maymundan geldik diye insanlığı hazmedemiyorlar. Her şeyi cansız tabiat yapıyor diyorlar.

2-
Allahü teâlâya hesap sormaya çalışıyorlar. Niye şöyle yarattı, niye böyle yarattı, böyle yapması adaletli değil, mantıklı değil diye hâşâ Yaratana hesap sormaya çalışıyorlar. Yaratılan, Yaratıcısını nasıl, ne ile, hangi kuvvetle hesaba çekebilir? Bir sivrisineği veya bir buğday tanesini bile yapmaktan aciz olan ahmak insan, hâşâ Rabbini nasıl hesaba çekebilir?

3-
Dinleri kabul etmiyorlar. Buna rağmen bozuk dinleri İslamiyet’e tercih ediyorlar. Bazı saf Müslümanlar da, madem öyle, gelin birlik olalım, ortak noktalar bulalım diye nefes tüketiyorlar.

4-
Âlemlere rahmet olarak gönderilen, son peygamber için, hâşâ postacı idi, Kur’anı getirdi, vazifesi bitti diyerek peygambersiz din meydana getirmeye çalışıyorlar. “Yalnız Kur’an, Kur’andaki din, Herkes Kur’andan anladığına uysun” diyerek dini değiştirmeye, yozlaştırmaya çalışıyorlar.

5-
Bunlar, işlerine gelince hadisi delil gösterirler, gelmeyince de hepsi uydurma derler. Bunların en bariz hile ve taktiği, olmuş bir olayı bozarak, Bektaşi gibi bir kısmını alıp diğer kısmını almayarak yarım anlatırlar, olayı değiştirerek, yarısını alıp yarısını gizleyerek Müslümanların şüpheye düşmesine çalışırlar. Bunları iyi tanıyıp tuzaklarına düşmemeli.

6-
Âlimler köprüsünü yıkmak istiyorlar. Çoban da anlar diyorlar da, İmam-ı a’zamın, İmam-ı Malikin, İmam-ı Rabbaninin, İmam-ı Gazalinin anladığını kabul etmiyorlar. Hak mezheplere bölücülük diyerek yıkmaya ve herkesi mezhepsiz yapmaya çalışıyorlar.

7-
Eshaba olan itimadı sarsarak, hadislerin ve Kur'anın doğruluğundan şüphe uyandırıyorlar.

8-
Gerçek halife olmadığını, onların hilafetinin sahih olduğunu söyleyen binlerce âlimin de gerçek âlim olmadığını, dolayısıyla bu âlimlerin sözlerine itimat edilemeyeceği fikrini yaymaya çalışıyorlar.

9-
Geri kalışımızı ictihad yapılmayışına bağlamak, Kur'an-ı kerimin yalan yanlış şekilde tevil ederek yeni ictihadlar çıkarmak suretiyle dini bozuyorlar.

10-
Resulullah Kur'an-ı kerimi açıklamış, onun hadis-i şeriflerini de âlimler açıklamıştır. Din düşmanları bunları hiçe sayarak herkesin bizzat Kur'an-ı kerimden kendi anlayışının ölçü alınmasını istiyorlar. Böylece herkese göre farklı din meydana çıkarmaya çalışıyorlar.

Bunları uzatmak mümkündür. Müslümanlar, bunlara dikkat etmelidir.

Din Adına Dinsizlikler

Sual: Gerçek Furkan isimli kitaptan sonra, Sahih Bilgi isimli bir kitap çıktı. Bu kitapta deniyor ki:
(Yazdırılan kitap evrensel bir anayasadır. İçindeki bilgiler direkt Rab kanalından yansıtılır. Kitabın içine bir takım çelişkiler, düşünce gücünüzü arttırmak için özellikle konulmuştur. Din ötesi alacağınız mesajlar, sizlerin tekamül anahtarlarınızdır. Cennet, Cehennem, Şeytan gibi mekan ve kavramlar gerçekte mevcut değildir. Bu kitap tüm kutsal kitapları içerir. Tanrı’nın en muteber kulu, din tefriki yapmayandır.)
Bu kitap neyin nesidir?
CEVAP
Böyle kitapların hepsi, hangi isim altında olursa olsun, Dinimiz İslam’a, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama, Kitabımız Kur’an-ı kerime inanmayanların, dinimizi yıkmak, Müslümanları dinden imandan çıkarmak için hazırladıkları birer tuzaklardır. Gün geçmiyor ki, bir fitne ortaya çıkmasın. Benzerleri gibi, bu kitap da, bir kıyamet alametidir. Bir hadis-i şerif meali:
(Allah’ın elçisiyim diyen yalancılar çıkmadıkça, kıyamet kopmaz.) [Buhari]

Bahsedilen kitap, güya vahiy ürünü, kutsal bir kitapmış. Yazdırılan sözü ile, yazan da, peygamber imiş, uydurulan bu din ise, evrensel bir din imiş.

İslam âlimleri buyuruyor ki:
Din, Allahü teala tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir. Kur’an-ı kerim son kitaptır, Peygamber efendimizden başka peygamber ve İslamiyet’ten başka din gelmeyecektir. Bir âyet-i kerime meali:
(O, Allah’ın resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

Bir hadis-i şerif meali:
(Nübüvvet ve risalet sona ermiştir. Benden sonra nebi de, resul de yoktur.) [Tirmizi]

Zerre kadar ilmi olan, Cennet, Cehennem, Şeytan için yok diyemez. Böyle büyük bir yanlışı, papazların yazdığı İnciller ve hahamların bozduğu Tevrat bile kabul etmez. Din adına dinsizlik ancak bu kadar olur. Kur’an-ı kerimde Cennetin, Cehennemin ve Şeytanın varlığını bildiren sayısız ayet-i kerime vardır. Birkaçının meali şöyledir:
(İnsanların bir takımı Cennete, bir takımı da çılgın alevli Cehenneme girer.) [Şura 7]

(Cehennemliklerle Cennetlikler bir değildir. Kurtuluşa erenler Cennetliktir.) [Haşr 20]

(İyiler Cennette, kötüler Cehennemdedir.) [İnfitar 13,14]

(Âyetlerimizi yalanlayan kâfirler, Cehennemliktir; orada ebedi kalırlar.) [Bekara 39]

(İman edip iyi iş yapanlar, Cennetliktir; orada ebedi kalırlar.) [Bekara 82]

(Şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman bilin. Çünkü o, kendine uyanları, Cehenneme çağırır.) [Fatır 6]

(Ey Âdemoğulları, şeytan, ana babanızı Cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldatmasın.) [Araf 27]

The True Furqan [Gerçek Kur’an] ismiyle yayınlanan kitapta da, Kur’an-ı kerimden alınan bazı âyetler ile tahrif edilmiş yani papazların yazdığı İncillerden ve hahamların bozduğu Tevrat’tan alınan yazılar vardı ve bunun da kutsal bir kitap olduğu söyleniyordu. Allahü teâlânın kıyamete kadar geçerli olan son kitabı Kur’an-ı kerim ve son peygamberi Muhammed aleyhisselamdır. Başka peygamber gelmeyeceği ve başka kitap gönderilmeyeceği gibi, Kur’an-ı kerimin benzeri başka bir kitabın yazılması da mümkün değildir. Bir âyet-i kerime meali:
(De ki, insanlar ve cinler birbirlerine yardımcı olarak, bu Kur’anın bir benzerini ortaya koymak için bir araya gelseler, yemin olsun ki, yine de benzerini ortaya koyamazlar.) [İsra 88]

Allahü teâlâ tarafından indirilen bir kitapta, çelişki olmaz. Bir âyet-i kerime meali:
(Eğer Kur’an, Allah’tan başkasından gelmiş olsaydı, içinde pek çok tutarsızlık [tenakuz, çelişki] bulunurdu. Bunu düşünemiyor musunuz?) [Nisa 82]

(Din ötesi alacağınız mesajlar, sizlerin tekamül anahtarlarınızdır) deniyor. Bu söz, ateistlerin dillerine doladıkları, dini hükümler gelişmeye, ilerlemeye mani olur sözünün farklı bir ifadesidir. İki hadis-i şerif meali:

(İki günü aynı olan, [her gün ilerlemeyen, yeni bir şey öğrenmeyen] ziyan etti.) [Beyheki]

(İki günü eşit olan aldanmış; bugünü dününden kötü olan ise lanetlenmiştir.) [Beyheki]

(Tanrı’nın en muteber kulu, din tefriki yapmayandır) sözü ile de, dinler arasında ayrım yapmayın, kimseye karışmayın, putlara tapsalar da, diğer dinler de haktır denilmek isteniyor. Tek hak dinin İslamiyet olduğu inkâr ediliyor. Üç âyet-i kerime meali şöyledir:

(Allah indinde hak din ancak İslam'dır.) [Al-i İmran 19]

(Sizin için din olarak İslam'ı beğendim.) [Maide 3]

(İslam'dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85]

Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:

(Cennete ancak Müslüman olan girer.) [Buhari, Müslim]

(Beni duyup da iman etmeyen Yahudi ve Hıristiyan mutlaka Cehenneme girecektir.) [Hakim]

(Ancak rab olarak Allah'a, din olarak İslam'a, resul olarak Muhammed aleyhisselama inanıp razı olan, beğenen kimse Cenneti hak eder.) [Müslim, Nesai]

Müslümanlar, bu oyunlara gelmemeli, dinleri imanlarını kaptırmamak için çok uyanık olmalı, ecdadımızın asırlardır yaptığı gibi, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına dört elle sarılmalıdır. Bu büyük âlimlerin kitaplarına kavuşan kimse, ne kadar şükretse azdır. Kurtuluş yolu budur ve iki cihan saadetine kavuşmak da, ancak bu şekilde mümkün olur. Resulullah efendimizin yolu, onların gösterdikleri yoldur. Hakikat Kitabevi'nin yayınları o büyüklerin kitaplarından tercüme edilip derlenerek hazırlanmıştır. Dinimizi doğru öğrenmek isteyen herkese bu kitapları okumasını tavsiye ederiz. (www.hakikatkitabevi.com)

İrticanın Müslümanlıkla İlgisi Var mı?

Sual: İrtica ne demektir, dinimizle ne ilgisi var?
CEVAP
İslamiyet gelmeden önce, Arabistan halkı çok vahşi idi, gerici idi. Kâbe’yi çıplak olarak tavaf eder, tesettüre riayet etmezlerdi. Putlara tapar, kız çocuklarını diri diri toprağa gömerlerdi. Şarap içer, kumar oynarlardı. Her türlü rezalet var idi. İslamiyet gelince, yavaş yavaş bunların hepsi kaldırıldı. İnsanlar medenileşti.

Resulullah efendimizin vefatından sonra, İslamiyet’i bırakıp irtidat edenlere, eski kötü hayata dönenlere mürted ve mürteci adı verildi. Bu irtidata irtica dendi. Bu bakımdan her müslüman, kötü olan bu irticanın düşmanıdır.

Bu tabirler, Tanzimat’a kadar bu manada kullanıldı. Devrimcilerin ve evrimcilerin tepkisiyle, etki ve yetkisiyle Tanzimat’tan sonra, İslamiyet’i bırakmaya değil, müslümanca yaşamaya irtica dendi. Namaz kılan, oruç tutan, içki içmeyen, karısını kızını açık gezdirmeyen müslümana da mürteci yani gerici dendi. Mürtede, aslını inkâr edene, ahlak ve maneviyat tanımayana, edep yoksunu soysuza, sarhoşa, ayyaşa, Türk düşmanına, hatta müslüman olmayan Avrupalıya ilerici denmeye başlandı.

Kötülükler hüner sayıldı
İslam düşmanları, asırlar boyunca yaptıkları savaşlarla ve acı tecrübelerle anladılar ki, imanını yıkmadıkça, müslüman milleti yıkmaya, imkan yoktur. Her ilerlemenin ve yükselmenin hamisi ve teşvikçisi olan İslamiyet’i, gericilik gibi göstermeye yeltendiler. Genç nesillerin, bilgisiz, dinsiz kalmasını, onları manevi cepheden vurmayı hedef edindiler. Kötülükleri hüner, imansızlığı moda şeklinde gösterdiler. Ateistlerin, ilerici dedikleri Avrupalı ve Amerikalı, Cennete, Cehenneme inanıyor, Kiliseler dolup taşıyor.

Avrupalıların ahlaksızlıklarına ilericilik diyerek sarılanlar, Avrupalı gibi ahirete inanan müslümanlara gerici diyerek saldırdılar. İslamiyet’ten haberleri olmayanlar, Avrupa’yı, Amerika’yı taklit etmeye ilericilik, müslüman olmaya gericilik diyorlar.

Halbuki kendileri, fen, tıp, hesap bilgilerinde ve teknolojide, Avrupalılar, Amerikalılar gibi çalışmıyorlar. Ahlaksızlıklarını taklit ediyorlar. Bunlara göre, okuma yazma bilmeyen, ilimden, sanattan haberi olmayan, fakat kendi taşkınlıklarına katılan ilerici ve aydındır.

Üniversiteyi bitirmiş, ilim, sanat, ticaret sahibi, ahlaklı, faziletli, vergilerini veren, kanunlara uyan ve herkese iyilik eden, hakiki bir müslüman, bu taşkınlıklara katılmadığı için, gerici olmaktadır.
Böyle ilericiler, gençleri fuhşa, tembelliğe, dünyada felakete, ahirette de sonsuz azaplara sürüklüyorlar. Aile yuvalarının yıkılmasına sebep oluyorlar. Kısacası, gayri müslimlerin yalnız ahlaksızlıklarını taklit edenlere ilerici diyorlar. Müslümanlar gibi, Cennete, Cehenneme inanan Avrupalılara, Amerikalılara da gerici demediklerine göre, müslümanlara, kendi ahlaksızlıklarına uymadıkları için gerici diyorlar.

Tarihimize de dil uzatıp, parlak ve şerefli sayfalarını karartmaya kalkıştılar. Böylece, gençleri dinden, imandan ayırmaya, İslamiyet’i yok etmeye çalıştılar. Güzel ahlakı ve yiğitliği ile dünyaya şan ve şeref saçan ecdadımızın sevgisini genç kalblere yerleştiren mukaddes bağları çözmek, gençliği dedelerinin şerefinden mahrum bırakmak için vicdanlara hücum ettiler. Bu maskeli dinsizler, böylece, bir taraftan ilimde, fende geri kalmamıza çalışıyorlar, diğer taraftan da, İslamiyet geriliğe sebep oluyor, Batı sanayiine yetişebilmemiz için, bu kara perdeyi kaldırmamız, şark dininden, çöl kanunlarından kurtulmamız gerekir, diyorlardı. Bu suretle maddi ve manevi kıymetlerimizi yıkarak, vatanımıza dışarıdaki düşmanların, asırlarca yapmak isteyip yapamadıkları kötülüğü yaptılar.

Müslümana, dinci, kökten dinci, çağdışı, gerici, irticacı, çember sakallı, örümcek kafalı, yobaz, mürteci, bağnaz, mutaassıp, tutucu, muhafazakâr, softa, aşırı sağcı, anormal insan, ilkel, şeriatçı, tarikatçı, hilafetçi, padişahçı, saltanatçı, fundamentalist, radikal gibi yaftalarla saldırıyorlar, tesettürü, tesbihi, takkeyi bahane ederek dini kötülüyorlar, Müslümanlığa şark dini, hortlatılan kara kuvvet, Kur’an-ı kerime çöl kanunu, ibadete müzik karıştırmaya uygar batı dini, haram işleyenlere sanatçı diyorlardı.

Bazı dini tabirler
Allahü teâlânın emir ve yasaklarına İslamiyet denir. İbadetleri yapıp haramlardan kaçan müslümana Salih denir. Dinimizin bildirdiklerinin hepsine inanan, hepsini beğenen ve İslamiyet’e uyana Müslüman denir. Nefsine ve fena arkadaşlara uyarak bazı farzları yapmayan veya birkaç haram işleyen müslümana Fasık denir. Müslüman olmayana, Kâfir denir.

Müslümanları aldatmak için müslüman görünen kâfire Münafık denir. Müslümanlıktan ayrılıp, kâfir olana, irtidad etti denir. İrtidad edene Mürted denir.

Mürted
, müslüman evladı olduğu halde, müslümanlıktan haberleri olmadığından ve hiçbir din âliminin kitabını okumadığından ve okusa da anlamadığından, yalnız bir lutfe, bir teveccühe ve dünyalığa kavuşmak için ve akıntıya kapılmış olmak için, Müslümanlığı beğenmeyen, terakkiye mani diyen ahmak kimsedir.

Kendini samimi müslüman bildiği halde, âyet ve hadise kendi görüşü ile mana vererek, imanı bozulan, küfre düşen kimseye Mülhid denir. Allahü teâlâya, İslamiyet’e, helâle, harama inanmayan dinsiz kâfire Zındık denir. Zındık, münafık gibi düşüncesini gizli tutar. Zındıklar, komünist olabilir, mason olabilir, ateist olabilir. Yobaz, bütün hakikatler kendisine gösterildiği halde, kabul etmeyen, kendi indi ve hatalı görüşünde körü körüne ısrar ve inat eden kaba, cahil kimse demektir. Yobazların din yobazı, fen yobazı, devrim yobazı, laiklik yobazı gibi birçok çeşidi vardır. Yobazların her çeşidi zararlıdır.

Yobaz ve çeşitleri
Sual:
Yobaz ne demektir?
CEVAP
Yobaz, bütün hakikatler kendisine gösterildiği halde, kabul etmeyen, kendi indi ve hatalı görüşünde körü körüne ısrar ve inat eden kaba, cahil kimse demektir.

Her mesleğin, her ideolojinin yobazı olur. Mesela din yobazı, fen yobazı, devrim yobazı, evrim yobazı, siyaset yobazı, laiklik yobazı gibi çeşitli yobazlar vardır.

Yobazların en zararlısı, mal, para, makam elde etmek için yabancı ideolojilerin, dinde reformcuların ve mezhepsizlerin propagandalarını yaparak, milletin imanını, ahlakını bozan, satılmış, din, fen ve siyaset yobazlarıdır. Bu yobazlardan bazılarına birer misal verelim:

1- Cahil yobaz:
Din ve dünya bilgilerinden mahrum olanlardır. Bunlar, bölücülük yaptıkları gibi, din düşmanlarına çabuk aldanıp, zararlı yollara kolayca sürüklenebilir. Osmanlı tarihini kana boyayan Patrona Halil, Kabakçı Mustafa, mehdiyim diyen Celâli gibi kimseler bu yobazlardandır.

2- Din yobazı:
İlimleri biraz varsa da, sinsi maksatlarına, mala, mevkiye kavuşmak için, bilmediklerini veya bildiklerinin tersini söylerler ve yaparlar. İslamiyet’in dışına çıkarlar. Kötülükte, dini yıkmakta, cahillere örnek olur, rehberlik ederler.

3- Fen yobazı:
Gençlerin imanlarını bozmak, bunları dinden, İslamiyet’ten ayırmak için, uydurdukları şeyleri fen bilgisi, tıb bilgisi, ilericilik olarak anlatıp, “Din kitapları bu bilgilere uymadığı için yanlıştır, bunların gösterdiği yolda yaşamak gericiliktir” derler.

4- Devrim yobazı:
Devrim deyimi, Batı dillerindeki revolution deyiminin çift anlamını taşımakta ve hem dönüşme, hem de zorla değiştirme, [ihtilâl] anlamlarındadır. Diyalektik maddeciliğe göre, evrim ve devrim birbirine kökten bağlıdır. Devrim, evrimin zorunlu sonucudur. Devrimci yobazlara göre, bütün dünya, dinden uzaklaşarak mutlaka komünist olacaktır.

5- Evrim yobazı:
Kimi ilk insanın bir hücreden, kimi maymundan, son olarak da ayıdan geldiğini ileri sürenler çıktı. Bilimsel olarak, bunların yanlışlığı ispat edildiği halde, kabul etmez, kendi yanlış görüşünde körü körüne inat edip, maymun soyu olduğunda ısrar eder.

6- Siyaset yobazı:
Kendisi iktidarda olmadığı müddetçe, diğer partilerin hepsi demokrasi düşmanıdır, ülke ise baştanbaşa sefalet ve karanlık içindedir. Muhalifleri iyi bir şey yapsa da desteklemez. Onun vazifesi iyiye köstek olmaktır. Seçimi kaybetse de, zafer yine onundur.

7- Laiklik yobazı
: Önce laiklik nedir? Laikliğin ne olduğunu yetkili bir ağızdan, Anayasa hukuku profesörü Ali Fuat Başgil’den öğrenelim:
Ord.Prof. Başgil diyor ki
(Laiklik, Batı hukukunda, din ile devletin ayrılması, devletin din, dinin de devlet işlerine karışmaması, dinin manevi hayatın nizamı olarak hüküm sürmesidir. Laikliğe bağlı olarak üç türlü devlet sistemi vardır:

1- Laik olan devlet sisteminde:
Din ve devlet birbirinden ayrılır ve biri diğerine karşı muhtar (autonome) bir vaziyet alır. Devlet din bezirgânlığı yapmadığı gibi, din düşmanı da kesilmez. Böylece laiklik en iyi bir itidâl ve muvazene sistemidir. Din hürriyeti, ancak laik bir devlette gün görüp yaşayabilir.

2- Dine bağlı devlet sisteminde:
Bu sistemde, bir zamanlar Batı’da olduğu gibi, din görevlileri memurlaşır, birtakım hurafe ve taassuba kapılabilir.

3- Devlete bağlı din sisteminde:
Diyanet siyasete kurban edilir. İktidar, din adamlarına hakim olur. Dini kurumları onlar kurup, onlar kapatır. Maaşını, mükafat ve cezasını onlar verir. Din adamları memurlaştırılarak emir kulu haline sokulur. Hiçbir muhtariyet ve salahiyeti kalmaz. Dinsizlik, din ve din adamları ile alay etmek moda haline gelir.)

Laiklik birinci maddede bildirildiği gibidir. Fakat laiklik yobazları, üçüncü maddedeki sistemi uygulamaya çalışırlar. Din yobazları dine düşmanlık etmekte, laiklik yobazları da laikliğe düşmanlık etmektedir.

Ne yobazı olursa olsun, yobazlık aşırılıktır. İslamiyet aşırılıktan uzak orta yoldur.

Niçin Müslüman Oldular

Sual: Bazı Almanlar, İslamiyet’i incelemek, Hıristiyanlıkla karşılaştırmak istiyorlar. Onlara hangi kitabı tavsiye edelim? Bir de din ve Hıristiyanlık hakkında bilgi verir misiniz?
CEVAP
Hakikat Kitabevi yayınlarından Herkese Lazım Olan İman ve Cevap Veremedi gibi eserlerde Müslümanlığa ve Hıristiyanlığa ait çok bilgi vardır. Müslümanlığı doğru olarak öğrenmek isteyen herkese bu değerli eserleri tavsiye ederiz. www.hakikatkitabevi.com adresinden okunabilir ve temin edilebilir.

Rabbimiz önce Âdem aleyhisselamı, sonra Havva validemizi yarattı. Bunların çocukları oldu. Bunlardan da çocuklar meydana geldi. Allahü teâlâ zaman zaman Peygamberler gönderip insanları, doğru yola, Hak yola davet etti. Bu Peygamberlerin hepsi bir Allah’a inanmayı, öldükten sonra dirilmeyi, Cenneti, Cehennemi bildirdi. Yani bütün Peygamberler aynı imanı bildirdiler. Hazret-i Nuh, neyi bildirmişse Hazret-i İbrahim, Hazret-i Musa, Hazret-i İsa ve Peygamber efendimiz Hazret-i Muhammed de [aleyhimüsselam] aynı imanı bildirmiştir. Hepsinin gayesi de insanları dünya ve ahiret saadetine kavuşturmaktır.

Allahü teâlânın bütün Peygamberlere bildirdiği dinlerde ırk ve millet üstünlüğü yoktur. Allahü teâlâya ve bütün Peygamberlere inanan Müslüman zenci bir hizmetçi, Allahü teâlâya inanmayan beyaz bir kraldan üstündür. Allah’ı inkâr eden kral, ebedi Cehennemde, inanan zenci hizmetçi ise, ebedi Cennette kalacaktır.

Cennete girmek için imanlı yani Müslüman olmak şartı vardır. İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği emir ve yasaklara inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir.

Din, insanları seadet-i ebediyyeye götürmek için Allahü teâlâ tarafından gösterilen yol demektir. Din ismi altında insanların uydurduğu eğri yollara din denmez, dinsizlik ve kâfirlik denir.

Her din, kendisinden önce gelen dini nesh etmiş, değiştirmiştir. En son gelen ve her dini değiştirmiş, daha doğrusu dinlerin hepsini kendinde toplamış olup, kıyamete kadar hiç değişmeyecek olan din, Muhammed aleyhisselamın dinidir. Bugün, Allahü teâlânın sevdiği, beğendiği din de, bu ahkam ile kurulmuş olan İslam dinidir.

İslam dini, insanın hem ruhi, hem de maddi refahını temin edecek bir ahlak getirmiştir. Bu mukaddes din, sadece, fert ile Allah arasında rabıta kurmakla kalmayıp, fertlerin birbirlerine, hatta insanlık camiasına karşı haklarını ve vazifelerini şümullü olarak tanzim eder, hep ileriyi gösterir, ileriyi ister ve ilericidir. İlericiliğin ve dinamizmin mümessilidir. Bu din, insan ruhunu ve bütün insanlığı, saadete kavuşturacak prensiplerden ibarettir. İslamiyet’te sınıflaşma yoktur. Herkes aynı haklara, aynı itibarlara sahiptir. Ferdin, muayyen bir topluluğun, hatta yalnız Müslümanların değil, bütün insanlığın, hür ve medeni bir hayat seviyesine ulaşmasını emretmekte, bunun için de, sosyal adaleti esas tutmaktadır.
İslam dini, ırk, milliyet, siyasi inanç, lisan ve tahsil seviyesi ayırt etmeksizin, her insanın şeref ve itibarına hürmet ettiği için, yabancılar arasında Müslümanlık yayılmaktadır.

Yabancıların Müslüman olma sebepleri
Sual:
Dinimizin diğer dinlerden farkı nedir? Yabancıların Müslüman olmalarına sebep olan şeyler nelerdir? İslamiyet’i kabul edenler genel olarak dinimiz hakkında ne diyorlar?
CEVAP
Birçok diplomat, devlet, ilim ve fen, hatta din adamlarının Müslüman oluşları, İslamiyet’in büyüklüğüne hayran kaldıklarındandır. Misyonerler, milyarlar harcayarak Hıristiyanlık propagandası yapıyorlar. Halbuki propagandasız birçok yabancı, İslam’ı seçmiştir.

İslamiyet ilim ve akıl dinidir. Dinlerini değiştirip Müslüman olan insanların çoğu, ilim adamı ve araştırmacıdır. İslam’ı inceledikten sonra Müslüman olmuşlardır.

Bu sebeplerin birkaçı şöyle:
1- İslam’da tek ilah vardır. Hıristiyanlıktaki üç tanrı inancı, ilim sahiplerince saçma görülmüştür.

2-
İslam, sadece ahiret saadetini değil, dünyada da mutlu yaşamanın yollarını bildirmiştir.

3-
İslam’da, her çocuk günahsız doğar. Hıristiyanlıkta ise, günahkâr doğar. Bu da, akla, ilme, aykırıdır.

4-
İslam’da, ibadetlerin mabedde yapılma şartı yoktur. Her yerde ibadet edilebilir. Hıristiyanlar, kilisede putu, papazı aracı yaparak ibadet eder.

5-
İslam’da günahları yalnız Allah affeder. Hıristiyanlıkta, güya papazın, günahları affetme ve dinden çıkarma yani aforoz etme gibi yetkisi vardır.

6-
Yahudi kendini asil bilir. Hıristiyan ise, zenciyi aşağı görür. İslam’da ise ırk, renk ve dil ayrımı yoktur.

7-
İslam’da bütün Peygamberler beşer, yani insandır. Ancak seçilmiş, günahsız insandır. Hiç kimse, diğerlerinin günahını çekmez. Hıristiyanlıkta, Hazret-i İsa Oğul tanrıdır, günahkârların affolması için çarmıhta ölmüştür. Bu da akla ve ilme aykırıdır.

8-
İslam’da hurafe yoktur. Diğer dinlerde ateşe, güneşe, taşa, heykele tapılır.

9-
İslam’da, (Dinde zorlama yoktur) düsturu vardır. Hiç kimse dine girmeye zorlanmaz. Hıristiyanların dine sokmak için yaptıkları işkenceler ve mezhep kavgaları meşhurdur.

10-
İslam, iç temizliği yanında, dış temizliğe de çok önem verir. Meşhur Versay Sarayında yıllarca bir hela yoktu.

11-
İslam, sömürüyü reddeder. Bunun için kapitalizmi, komünizmi kabul etmez. İslam hariç, hiçbir dinin ekonomi sistemi yoktur. Bugün Hıristiyan ülkelerde kapitalizm hakimdir.

12-
Müslümanların geri kalışları sebebi, dinlerinin icaplarına uymamalarındandır. Hıristiyanların maddi refaha kavuşmaları ise, dinlerinden uzak kalmalarındandır. Müslümanlıkta cahil olan dinden çıkar, Hıristiyanlıkta ise, âlim olan Hıristiyanlığı bırakır.

13-
İslam’da, alkol, uyuşturucu ve kumar haramdır. Zinanın cezası ise, ağır olduğu için, fuhuş yaygınlaşamaz. Hıristiyan Batı, fuhuş bataklığı içindedir.

14-
İslam, en yeni ve en son dindir. Kur'an-ı kerim, günümüze kadar hiç bozulmadan, bir kelimesi bile değişmeden gelmiştir. Halbuki İncillerin birbirini tutmadığını herkes bilir.

15-
İslam, kadınlara çok kıymet vermiş, onlara en büyük hakları tanımış, (Cennet anaların ayağı altındadır) buyurmuştur. Diğer dinlerde böyle bir şey yoktur.

16-
İslam dini, bir milletin, bir ırkın değil, bütün insanlığındır. Allahü teâlâ, Rabbülâlemin’dir, yani bütün âlemlerin Rabbidir.

17-
İslam’da, bütün Müslümanlar kardeştir. Allah huzurunda herkes eşittir. Namaz kılarken; komutan ile er, zengin ile fakir, beyaz ile zenci Müslüman yan yana durup birlikte secde ederler.

18-
İslam’daki ibadet saatleri muayyen olduğundan, Müslümanların hayatları düzenli ve intizamlıdır. Bunun için, gerçek Müslüman, bir asker gibi disiplinlidir. Yılda bir ay tutulan oruç, iradenin kuvvetlenmesini sağlar ve nefse hakim olmayı öğretir.

19-
İnsanların öldükten sonra ne olacaklarını, ahiret hayatını, hallerini hiçbir Hıristiyan din adamı izah edemez. Bazı papazlar, Hazret-i İsa’nın gökte krallık kuracağından bahseder. Halbuki ahiret hayatını, Cenneti ve Cehennemi, en güzel ve en mufassal şekilde izah eden din, İslamiyet’tir.

20-
İslamiyet’te her şey açıktır. Diğer dinlerde olduğu gibi (sır) kabul edilen akideler yoktur.

21-
İslamiyet, iktisadi bakımdan kapitalist ve komünist düşünceleri reddeder. Fakiri korumuş, zengini de kötülememiştir. Zenginlerin, fakirlere zekat ve sadaka vermesini emretmiştir. Ayrıca dünyadaki çeşitli millet ve ırklara mensup Müslümanları bir araya getirerek Hac gibi, dünyada en mükemmel sosyal nizamı tayin etmiştir.

22-
İslamiyet, temizliğe çok önem veren bir dindir. İbadete başlamadan önce, vücut temizliğini emreden yegane din, İslamiyet’tir. Diğer dinlerde böyle bir şey yoktur. İslamiyet’te, ibadetler kısa olduğu için, bunlar günlük hayat üzerinde aksi bir tesir yapmaz.

23-
Hıristiyanların hiçbir zaman yapmadığı hilm, yardım ve merhamet gibi iyi huylar, yalnız Müslümanlıkta vardır. [İslamiyet’ten uzak yetişen gençler, beraber yemek yedikleri zaman, Alman usulü olsun, herkes kendi yediğini versin derler.]

24-
İslamiyet, fakirlere, kimsesizlere, misafirlere ve hangi dinden olursa olsun, yabancılara yardım etmeyi hatta hayvanlara iyilik etmeyi emreden tek dindir.

25-
İslamiyet, ruh ve beden temizliğidir. Bu ikisini eşit tutar. İslamiyet’te, sevgi, güler yüz, tatlı söz, dürüstlük ve iyilik etmek vardır.

26-
İslamiyet, insanları, çalışmaya, faydalı şeyleri öğrenmeye, önce kendi aklı ve gayreti ile iş görmeye başladıktan sonra, Allah’tan yardım istemeye davet eder. (Bir saat tefekkür ve faydalı iş görmek, bir sene nafile ibadete eşittir) diyen başka bir din yoktur.

27-
İslam, din, ırk farkı gözetmeksizin mutlak adaleti emreder.

Niçin Müslüman oldular?

(Anarşinin ancak İslam ahlakına sahip olmakla önleneceğine inandım. İçkiyi bıraktım, tesettüre girdim ve namaza başladım.) Tina Gfanzil (Alman)

(İslam’da, ırk, renk ve dil farkı gözetilmediğini, herkesin eşit olduğunu, namaz kılarken de rütbe ayrımı yapılmadığını gördüm, Müslüman oldum.) Thomas Clayton (Amerikalı)

(İslam, en iyi şeyleri ihtiva eder. Hiçbir dinde kardeşlik, İslam’daki gibi değildir.) Dr. Rolf Freiherr (Avusturyalı)

(İslam, sevgi, doğruluk, temizlik ve güzel ahlakı emrettiği için Müslüman oldum.) A.Uemura (Japon)

(İslam’ı akla da uygun bulup Müslüman oldum.) Cecilla Cannolly (Avusturyalı)

(İlim Çin’de de olsa alın hadisini okudum. İslam’ın ilme verdiği önemi görünce Müslüman oldum.) Mr. Board (Amerikalı)

(İslam, israf ve cimriliği yasaklayan, maddi- manevi her hususta en güzel kaideleri olan dindir.) Albay Ronald Rockwell (Amerikalı)

(İslam dünya ve ahiret mutluluğunu gösterdiği için Müslüman oldum.) B.Karai (Zengibar)

(Putlara değil de, bir Allah’a ibadet etmeyi, doğruluğu, emanete riayeti, insanların haklarını gözetmeyi emreden İslamiyet’i kabul ettim.) Necaşi (Habeş İmparatoru)

Tufeyl bin Amr
, usta bir şairdi. Onun gibi şiirden anlayan pek azdı. Kur'an-ı kerimi okuyunca, onun şiir ve beşeri bir söz değil, ilahi bir kelam olduğunu hemen anlayıp Müslüman oldu.

Kur’an-ı kerimin (Allah kelamı) olduğuna inandım
Sual:
Fransız ilim adamı Kaptan Kusto’nun, İslam dinini tercih etmesine sebep olan hadise nedir?
CEVAP
Televizyonda yayınlanan, Yaşayan Deniz programı ile okyanusların sırlarını gözler önüne getiren Kaptan Kusto, İslam dinini tercih etmesine asıl sebep olan olayın, Atlas Okyanusu ile Akdeniz sularının birbirine karışmadığını tespit ettikten sonra, bunun 1400 sene önce Kur'an-ı kerimde beyan buyurulduğunu görmesi olduğunu bildirmiştir.

Kaptan Kusto, özetle diyor ki:
(1962 senesinde Alman ilim adamları, Aden körfezi ile Kızıldeniz’in birleştiği Mendeb boğazında, Kızıldeniz’in suyu ile Hind Okyanusunun suyunun birbirine karışmadığını bildirmişlerdi. Biz de, Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının birbirine karışıp, karışmadığını tetkik etmeye başladık. Evvela, Akdeniz’in kendine has sıcaklığı, tuzluluğu ve kesâfeti ile ihtiva ettiği canlıları tespit ettik. Aynı tetkikatı Atlas Okyanusunda tekrarladık. İki su kütlesi binlerce seneden beri Cebelitarık boğazında birleşiyordu. Bu vaziyette, iki su kütlesinin karışması ile tuzluluk, kesâfet gibi unsurların birbirlerine müsavi, hiç olmazsa yakın olması icap ediyordu. Halbuki, her iki denizin en yakın kısımlarında bile deniz suyu kendi hassasını koruyordu. Yani, iki denizin birleşme noktasında bir su perdesi iki deniz suyunun birbirine karışmasına mani oluyordu. Bu hâli anlattığım [İslamiyet'i seçerek müslüman olan] Profesör Maurice Bucaille, bunda şaşılacak bir şey olmadığını, İslam’ın kudsi kitabı Kur’an-ı kerimin bunu açık bir şekilde yazdığını söyledi. Hakikaten bu hâl Kur’an-ı kerimde açıklanıyordu. Bunu öğrenince Kur’an-ı kerimin (Allah kelamı) olduğuna inandım. Hak din olan İslamiyet’i seçtim.)

Karışmayan denizlerle ilgili âyet-i kerime mealleri şöyledir:
(Birinin suyu tatlı ve susuzluğu giderici, diğerinin ki tuzlu ve acı iki denizin arasına bir engel, aşılamaz bir serhat koyan Odur.) [Furkan 53]

(İki deniz, birbirine bitişik iken,
[Rabbinizin koyduğu engel ile] birbirine karışmaz.) [Rahman 19, 20]

(....iki deniz arasına perde koyan...)
[Neml 61]

(İki denizden biri tatlıdır, harareti keser, içimi kolaydır. Diğeri de tuzludur, boğazı yakar.)
[Fatır 12]

İslam’ı seçmekle çağı seçtim
Sual:
Bazıları İslamiyet’in eskiden geçerli olduğunu, şimdi yeni çağlara ayak uyduramayacağını söylüyorlar. İslamiyet, her çağa cevap vermez mi?
CEVAP
İslamiyet’i gönderen, her şeye gücü yeten, her şeyi yoktan yaratan Allahü teâlâdır. Allah için hiç bir zorluk olmaz. Namaz, oruç gibi dinimizin bütün emirleri, zamana göre değişmez. Hiç biri de çağın şartlarına ters düşmez. Çünkü dini gönderen Allahü teâlâ, her asırda neler olacağını bilir. Zaten bilmeyen ilah olamaz.

(İslamiyet her çağa ayak uyduramaz) demek yuvarlak bir sözdür. (İslam’ın şu hükmü, şu asra uymaz) gibi açık bir şey söylemek gerekir. Dinimizde eksik olan bir şey yoktur. Var diyen biri çıkarsa, bu şeyin ne olduğunu açıklaması gerekir. Onların soracakları sorulara âlimlerimiz, asırlar önce cevap vermiştir.

8 Nisan 1983 günü Karyünes Üniversitesinin konferans salonunda bir büyük ilim adamı, bir büyük yazar Roger Garaudy diyor ki:
Evet, bugün ben Müslümanım. Niçin İslam’ı seçtiniz, diyorsunuz, İslam’ı seçmekle çağı seçtim.

70 yaşındaki Roger Garaudy ki, yıllarca Fransa’da komünist sistemin ateşli savunucusu olmuştu. Üniversiteden siyaset kürsülerine kadar Fransızlara ve Batı dünyasına hep Marksizm’i anlatmış, insanların kurtuluşunu yalnız bu sistemde bulmuştu. Çağımızda Fransız komünistlerinin en büyük "Düşünce mimarı" durumunda idi. Nerede komünistlerin düzenlediği bir miting, konferans ve seminer var, orada Garaudy vardı. Katolik ve Hıristiyanlığa karşı, düşüncesiyle, kalemiyle hitabetiyle büyük bir mücadele veriyordu.

Fakat, şimdi o bilim adamı hakikatı anladı. Şöyle diyordu:
(İslam, çağları arkasında sürükleyen bir dindir. Diğer dinler ise, çağların arkasında sürüklendi. Yani, İslam dışındaki bütün dinler zamana uyduruldu. Reforma tâbi tutuldu. Mukaddes kitaplar zamana göre tahrif edildi. Kur'an-ı kerim ise, indirildiği günden beri hep zamana hükmetti. O, zamanı değil, zaman onu izledi. Zaman yaşlandıkça o gençleşti. Bu, çağlar üstü bir olaydır. Bugüne kadar, bunca savaşların bıraktığı korkunç, sosyal, siyasi ve ekonomik sarsıntılardan daha büyük bir olaydır. İslam, materyalizme de, pozitivistlerin görüşüne de, egzistansiyalistlere de hakimdir. Fakat bunlardan hiçbiri, İslam’a hakim değildir.

Büyük Peygamberimiz, (Yarın ölecekmiş gibi ahirete, hiç ölmeyecekmiş gibi, dünyaya çalışın) derken, her şeyi anlatmıştır. İslam hem maddeye, hem de manaya hükmetmiştir. Öyle ise, bunların ikisi birbirinden koparılamaz. Nasıl koparılabilir ki, İslam, (İlim Çin’de de olsa gidip bulunuz. İlim ve Fen müminin kaybolmuş malıdır, ara ve bul) diyor. İlmin ve çalışmanın burada sınırı yoktur. İslam, dünyayı saran bu iki olaya sınır koymadığına göre, dünyayı sarsmıştır.

İnsanı, mahlukların efdalı ve en şereflisi olarak bildirirken, onun sömürülemeyeceğini anlatmıştır. İsrafı, gösterişi ve lüksü yasaklayan, kazancı alın terindeki damlacıklarda arayan, biriken sermayeyi fakire ölçülü ve ahlak hükümleri içinde aktaran, faizi, tembelliğe sebep olduğu için yasaklayan ve gayri meşru serveti böylece imha eden bir sistemler manzumesidir.

İslam, halife ile kölenin aynı hakka sahip olmasını mecbur kılmıştır. Deve olayı vardır ki, bu kralların kılıçlarından daha keskin bir olaydır. Hazret-i Ömer ile kölesi bir şehirden bir şehire giderken deveye sıra ile binerler. Zaman zaman, devenin yularını halife çeker, zaman zaman da köle... İşte adalet ve hukukta İslam’ın devrimidir bu. Marksizm ile kapitalizmin ikisi de, insanı sömüren sistemlerdir. İslam bunlara karşı, insana prestijini iade eden bir semavi dindir.)

Müslümanlık ile Hıristiyanlığın mukayesesi
Sual:
Hıristiyanlık Müslümanlıkla mukayese edilirse, birinin diğerinden üstün yönü nelerdir?
CEVAP
Hıristiyanlık o kadar çok değişti ki, dinin hiçbir hükmü kalmadı. Bozdular ve ortadan kaldırdılar. Hiç bozulmayıp orijinali bile olsaydı, Allahü teâlâ tarafından yürürlükten kaldırılmıştı, dolayısıyla İslamiyet ile Hıristiyanlık hiçbir yönden mukayese kabul etmez. Birkaçını bildirelim:

1-
Hıristiyanlıkla en küçük bir dernek, bir köy muhtarlığı idare edilemez. Hiçbir idare şekli, yönetim şekli yoktur. Devletin şekli nasıldır? Devletin başkanının vasıfları nelerdir, bunu kimler seçer? Ama İslamiyet’te bunların hepsi detayı ile bildirilmiştir.

2-
İslamiyet baştan başa bir hukuk sistemidir. 1960 yılına kadar İsrail bile İslam dininin kanunları olan Mecelleyi tatbik etmiştir. Her olayın cezası bildirilmiştir. Hırsızlık edenin, içki içenin, zina edenin, gaspın, adam öldürmenin insanları yaralamanın, gözünü kulağını çıkarmanın cezaları, hatıra ne geliyorsa hepsinin cezası bildirilmiştir. Hıristiyanlıkta bunların hiçbirisi yoktur.

3-
Ceza hukukunda olduğu gibi, diğer hukukta da, mesela miras hukukunda, evlilik hukukunda da her şey inceden inceye detayına kadar bildirilmiştir. Nikah ve boşanma şekilleri, alış veriş bilgileri, kâr oranları, müşteriyi kandırmanın cezası, işçi ve işveren hakları, ana baba evlat hakkı, karı koca ve arkadaş hakkı, komşu hakkı, gayri müslimlerin hatta hayvanların hakları hep bildirilmiştir.

4-
Dinin şartları, imanın şartları bildirilmiştir. Namaz nasıl kılınır, oruç nasıl tutulur, namazı neler bozar, orucu neler bozar, hac nasıl yapılır, zekat nasıl ve kimlere verilir. Kimler zekat alabilir, hepsi detaylı olarak bildirilmiştir. Etek tıraşı nasıl olunur, tırnak ve bıyık nasıl kesilir ve ne kadar zamanda bir kesilir. Her şey ayrıntılı olarak bildirilmiştir. Bunların hiçbirisi Hıristiyanlıkta yoktur.

5-
Hıristiyanlığın sadece adı kalmıştır hiçbir kaidesi, kanunu yoktur. Hıristiyanlığı bozuk bir din olarak kabul etmek bile yanlıştır. Yanlış da olsa ortada hiçbir kural; hiçbir kanun kalmamıştır. Papazlar tarafından yazılan İncillerde yani Hıristiyanlık konseyinin yüzlerce İncil arasından seçtiği dört İncilde, birbirini tutmayan yanlış, çelişki bir tarafa böyle şeylerden hiç bahsedilmez. Baba tanrı böyle dedi, oğul tanrı şuraya gitti, tanrı, kuzusunu kurban etti, şaraplı ekmek yedi, falanca falancayı öldürdü, falanca zina etti, hepsi böyle şeylerdir, üstelik bunlar da birbirini tutmaz.

Dediğimiz gibi bütün kaideleri kanunları bile olsa yürürlükten kaldırılmıştır. İslamiyet ile Hıristiyanlık mukayese edilemez.

Gayri müslimlerin İslamiyet’i inceleyip Müslüman olduktan sonra neler söylediklerinden yukarıda kısaca bahsettik, yani en tabii mukayeseyi bizzat gayri müslim iken müslüman olanlar yaptı.

Netice:
Kur'an-ı kerimde mealen şöyle buyurulmaktadır:
(Allah, Resulünü, hidayet ve hak din, İslamiyet’le gönderdi. İslam dinini, diğer dinler üzerine üstün kıldı. [Muhammed aleyhisselamın hak] Peygamber olduğuna şahid olarak Allah yeter.) [Feth 28]

(Müşrikler istemese de, İslam dinini diğer bütün dinlerden üstün kılmak için resulü Muhammed aleyhisselamı,
[sebeb-i hidayet olan] Kur'an ve İslam dini ile birlikte gönderen Allahü teâlâdır) [Saf 9]

(Allah indinde hak din ancak İslam’dır.) [Al-i İmran 19]

(Sizin için din olarak İslam’ı beğendim.) [Maide 3]

(Kim İslam’dan başka din ararsa, bilsin ki, o din asla kabul edilmez.) [Al-i İmran 85]

Dinde zorlama yoktur
Sual:
(Dinde ikrah yoktur) ne demektir?
CEVAP
Dinde zorlama yok demektir. Kâfir esir, Müslüman olmaya zorlanamaz demektir. Kâfir esir isterse zimmi olabilir.

Müslümanlar Niçin Geri Kalmıştır

Sual: İslamiyet ilerlemeye engel midir? Müslümanlar niçin geri kalmıştır?
CEVAP
İslamiyet, faydalı her yeniliği emreden bir dindir. Bundan dolayı, ilim adamlarına çok önem verilmiş, ilmi, fenni ve teknik tecrübeler yapılmış, müslümanlar, tıpta, kimyada, astronomide, coğrafyada, tarihte, edebiyatta, matematikte, mühendislikte, mimarlıkta ve bunların hepsinin temeli olan, güzel ahlak ve sosyal bilgilerde, en mükemmel dereceye vasıl olmuşlar, bugün de tazim ile yâd edilen kıymetli âlimler, hakimler, mütehassıslar, üstadlar yetiştirmişler, dünyanın hocası, medeniyetin rehberleri olmuşlardır.

O zaman, yarı vahşi olan Avrupalı, fen bilgilerini İslam üniversitelerinde öğrenmiş, hatta Papa Sylvester gibi, Hıristiyan din adamları da Endülüs üniversitelerinde okumuştur. Bugün, hâlâ Avrupa’da kimyaya, Chemie ve cebire, [Arabi El-cebir kelimesinden] Al-gebra ismi verilmektedir. Çünkü bu ilimler, önce müslümanlar tarafından dünyaya öğretilmiştir.

Avrupalılar, dünyayı tepsi gibi dümdüz ve etrafı duvarla çevrili zannederken, müslümanlar, ilk olarak, dünyanın yuvarlak olduğunu ve döndüğünü buldular. Musul civarında, Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçtüler ve bugünkü rakamları elde ettiler.

Bugün insaflı Hıristiyanların kabul ettiği gibi, hakiki Rönesans, İtalya’da değil, Abbasiler zamanında, Arabistan’da başlamıştır ki, Avrupa’daki Rönesans’tan çok çok öncedir.

Müslümanların son zamanlarda, ilim sahasında en büyük rehberi, Osmanlılar idi. Bütün Hıristiyan âlemi bu İslam devletinin, dünyadaki terakkilere ve keşiflere kayıtsız kalması için siyasi ve askeri hücuma geçtiler. Bir taraftan, haçlı saldırıları, bir taraftan da, bunların ihdas ettikleri, bid'at sahibi müslümanların yıkıcı ve bölücü çabaları, Osmanlıların fen ve teknikte rehberlik yapmalarına mani oldu. Türkler, dışardan ve içerden yapılan saldırılardan dolayı, çok zarara uğradılar. Tesirleri fazla olan yeni silahlar yapamadılar. Ülkelerinin büyük kaynaklarından layığı ile faydalanamadılar. Kendi vatanlarında sanayii ve ticareti yabancılara kaptırdılar. Fakir düştüler.

Dinimiz, İslam ahlakında ve ibadetlerde en ufak bir değişiklik yapmayı şiddetle men etmiştir. Dünya işlerinde, fen bilgilerinde ise, her değişikliği yapmayı, bütün yeni keşifleri öğrenmemizi ve yapmamızı emretmiştir. Osmanlı Devletini ele geçiren sözde aydınlar, dinimizin bu emrinin tam tersini yaptılar. Masonlara aldanarak din bilgilerini değiştirmeye, dinin esaslarını yıkmaya çalıştılar. Avrupa’nın fende ilerlemesine, yeni keşiflere gözlerini kapadılar. Hatta fen bilgilerine, modern tekniğe uymak isteyen büyük Türk sultanlarını şehid ettiler. Masonların elinde maşa olarak, ilerlemeyi, teknikte değil de, dinde reform yapmakta, bölücülükte aradılar.

İngilizler, asırlardır İslam ülkelerini kana boyamakla kalmamış, İskoç masonları, binlerce müslümanı ve din adamlarını aldatarak, mason yapmış, (insanlığa yardım, kardeşlik) gibi laflarla, dinden çıkmalarına, dinsiz olmalarına sebep olmuştur. İslamiyet’i büsbütün yok etmek için, bu masonları maşa olarak kullanmışlardır. Böylece, Reşit Paşa, Ali Paşa, Fuat Paşa ve Mithat Paşa, Talat Paşa gibi masonlar, İslam devletlerini yıkmakta kullanılan paşa unvanlı maşalardır. Efgani ve Abduh gibi masonlar ve yetiştirdikleri çömezler de, İslam bilgilerini bozmaya, içten yıkmaya alet olmuşlardır.

1846’da sadrazam olan mason Reşit Paşa, iş başına gelir gelmez, hariciye nazırı iken, Lord Rading ile el ele verip, hazırlamış olduğu ve ilan ettiği Tanzimat kanununa istinat ederek, mason locaları açtı. Çeşitli hıyanet ocakları çalışmaya başladı. Gençler, din cahili olarak yetiştirildi. Londra’dan alınan planlarla, bir yandan idari, zirai, askeri değişiklikler yaptılar. Bunlarla gözleri boyadılar. Öte yandan da, İslam ahlakını, ecdat sevgisini, milli birliği parçalamaya başladılar. Yetiştirdikleri kimseleri işbaşına getirdiler. Bu yıllarda Avrupa’da, yeni buluşlar, ilerlemeler oluyor; büyük fabrikalar, teknik üniversiteler, modern harp vasıtaları kuruluyordu. Osmanlılarda bunların hiçbiri yapılmadı. Hatta, Fatih devrinden beri medreselerde okutulmakta olan fen, hesap, hendese, astronomi derslerini büsbütün kaldırdılar. Din adamlarına fen bilgisi gerekmez diyerek, bilgili âlimlerin yetişmelerine mani oldular. Sonradan gelen İslam düşmanları da, din adamları fen bilmez, din adamları cahildir, gericidir diyerek müslüman yavrularını İslamiyet’ten uzaklaştırmaya çalıştılar. İslamiyet’e ve müslümanlara zararlı olan, İslamiyet’in öğrenilmesine mani olan şeylere uygarlık, ilericilik dediler. Çıkardıkları her kanun müslümanların, devletin aleyhine idi. Vatanın asıl sahibi olan müslüman Türkler, ikinci sınıf vatandaş haline getirildi.

Din ve dil birliği
Hıristiyanlık dininde, akla uygun bir esas kalmamış, hurafeler, karmakarışık bir merasim halini almıştır. Bundan başka, aynı dinde, hatta aynı mezhepte bulunan hıristiyanlar, başka başka hükümetlerin idaresinde yaşamaktadır. Avrupa hükümetleri, bunun için, başka bir bağ aramışlardır.
Böylece, Avrupa’da, din birliği ölmüş, milliyet hissi doğmuştur.

İslamiyet, ticaret, sanayi ve sosyal nizamı da kurduğundan, milliyet düşüncesini de içine almaktadır. Müslümanlar arasında ayrı milliyetler kurmaya ihtiyaç kalmamıştır. Bunun içindir ki, ilmihal kitaplarında, Din ve millet, ikisi birdir denilmektedir.

Eğer müslümanlar, bölünmeseler, İslamiyet’in, milliyeti temsil etmesinden istifade ederek, yeryüzündeki sağlamlaşmamış birçok milliyetlere galebe çalmanın yolunu bulurlar.

İslamiyet’in milliyeti temsil etmesinde, lisan birliği de hatıra gelir ise de, beş vakit namazda okunan ezan ve Kur'an-ı kerimlerin bütün İslam ülkelerinde Arabi olması, bu beraberliği de temin etmektedir.
Bunun içindir ki, İslam düşmanları, bir milleti İslamiyet’ten ayırmak, din birliğini yok etmek için, o milletin dilini, gramerini, alfabesini değiştirmeye çalışıyorlar.

Bir milletin dinine, imanına vurulacak en büyük darbe de, bu yoldan geliyor. Nitekim, Sicilya ve İspanya müslümanları böylece Hıristiyan yapılmıştır. Ruslar da, yıllarca Türkistan’daki müslümanların din ve imanlarını yok etmek için, bu keskin silahla saldırmışlardır. Zindanları, elektrik fırınları, Sibirya sürgünleri ve toptan imha faciaları, bu keskin silah kadar tesir edememiştir.

Celal Nuri bey
(İttihad-ı İslam) adındaki kitabında, müslümanlar için Arapça’yı, müşterek lisan olarak
tavsiye etmektedir. Yavuz Sultan Selim Han bunun için çalışmıştı. Bunu temin etmek içindir ki, tarih boyunca bütün İslam ülkelerinde din kitapları arabi olarak yazılmıştı. Arabi, bütün İslam ülkelerinde bir din lisanı olmuştur. Cennette de, herkesin arabi konuşacağını hadis-i şerifler haber vermektedir. Bu, her müslüman milleti Araplaştırmayı istemek değildir!

Dünya devletleri arasında İngilizce ortak bir dil halini almaktadır. Bugün ilim ve fen sahibi bir kimsenin, bir veya birkaç yabancı dil öğrenmesi zaruret halini almıştır. Bir hadis-i şerifte, (Bir kavmin dilini öğrenen, onların zararlarından korunmuş olur) buyuruluyor. Bunun içindir ki, gençlerimizin Arabi’nin yanında, Avrupa dillerini de öğrenmeleri faydalı olup, sevap kazandıran çok işlere sebep olabilir. Avrupalıların asırlardan beri bize yabancı gözü ile bakmaları, milliyet hissinden ziyade, İslam dinini bilmemelerinden ileri gelmektedir. (Faideli Bilgiler)

Din cahilleri
Din cahilleri, tâ ilk asırdan beri, İslamiyet’i yok etmek için çalışıyorlar. Şimdi de, çeşitli adlarla, çeşitli planlarla saldırıyorlar. Cehenneme gidecekleri bildirilmiş olan itikadı bozuk kimseler de müslümanları doğru yoldan ayırmak için, hile ve iftira yapıyorlar. Böylece, İslam düşmanları ile işbirliği yaparak, Ehl-i sünneti yıkmaya uğraşıyorlar. Bu saldırıların öncülüğünü İngilizler yaptı. Bütün kaynaklarını, hazinelerini, silahlı kuvvetlerini, donanmasını, tekniğini, politikacılarını ve yazarlarını bu işte kullandı. Böylece, dünyanın en büyük iki İslam devleti olan Hindistan’daki Gürganiyye ve üç kıta üzerine yayılmış bulunan Osmanlı İslam devletlerini yıktı.

Her yerde İslam’ın değerli kitaplarını yok etti. İslam bilgilerini birçok yerlerden sildi, süpürdü. İkinci Cihan Harbinde, komünistler yok olmak üzere iken, bunların kuvvetlenmelerine, yayılmalarına sebep oldu. İngiliz Başbakanı James Balfour, 1917’de, müslümanların mukaddes yerleri olan Filistin’de Yahudi devletinin kurulması için çalışan Siyonizm teşkilatını kurdu. İngiliz hükümeti, bu işi senelerce destekleyip, 1947’de İsrail devletinin kurulmasını sağladı. Yine İngiliz hükümeti, 1932’de, Arabistan Yarımadasını Osmanlılardan alıp, Süudlara teslim ederek, İslamiyet’e en büyük darbeyi vurdu.

İşte İngiliz siyaseti
1944’de Japonya’da vefat eden Abdürreşid İbrahim efendi, 1910’da İstanbul’da basılan Âlem-i İslam kitabının ikinci cildinde, (İngilizlerin İslam düşmanlığı) yazısında diyor ki:

(Hilafet-i islamiyyenin bir an önce kaldırılması, İngilizlerin birinci düşüncesidir. Kırım muharebesine sebep olmaları ve burada Türklere yardım etmeleri, hilafeti yıkmak için bir hile idi. Paris muahedesi, bu hileyi ortaya koymaktadır. Her zaman Türklerin başına gelen felaketlerde İngiliz parmağı vardır. İngiliz siyasetinin temeli, İslamiyet’i yok etmektir. Bu siyasetin sebebi, İslamiyet’ten korkup müslümanları aldatmak için, satılmış vicdansızları kullanırlar. Bunları İslam âlimi, kahraman olarak tanıtırlar. Sözün özü, İslamiyet’in en büyük düşmanı İngilizlerdir.) (Faideli Bilgiler)

Sömürgeler bakanlığı kurdular
Osmanlıların her sahada ilerlemelerine ve bu kadar başarılı olmalarına rağmen yıkılmalarının sebebini, yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı Terman şöyle anlatıyor:
Osmanlı orduları Avrupa’da ilerliyor, Viyana elden gidiyordu. Viyana gidince, bütün Avrupa’nın Müslümanların eline geçmesi çok kolay olacaktı. Osmanlılar, Avrupa’ya İslam medeniyetini getiriyor; ilim, fen, ahlak nurları, Hıristiyanlığın kararttığı, uyuşturduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzur, saadet saçıyordu. Asırlarca, diktatörlerin, kapitalistlerin, papazların zulümleri altında inleyen kimseler, İslam ahlakı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle Hıristiyan kiliseleri, Osmanlı ordularına karşı son gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbul’daki, İngiliz sefiri, Londra’ya tarihi mektubunu yolladı. Buldum... Buldum!.. Osmanlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldum diyerek şöyle yazıyordu:

(Osmanlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin, seçtikleri çocukların zekalarını ölçüyor, ileri zekalıları ayırarak, medreselerde okutup, İslam terbiyesi ile yetiştiriyorlar. Bunlar arasından da seçtiklerine, saraydaki Enderun denilen yüksek okulda, o zamanın en ileri bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmanlı siyaset adamları, başkumandanları; böyle seçilen, yetiştirilen keskin zekalı şahsiyetlerdir. Sokullular, Köprülüler böyle yetişmiştir. Osmanlı akınlarını durdurmak, Hıristiyanlığı kurtarmak için biricik çare, Enderun mekteplerini ve medreseleri dağıtmak, onları içerden yıkmaktır.)

Bu mektuptan sonra, İngiltere’de, Sömürgeler Bakanlığı kuruldu. Burada yetiştirilen casuslar ve Hıristiyan misyonerleri ve masonlar, yalan propaganda ve yaldızlı vaatlerle avladıkları cahilleri, Osmanlı devletinin kilit noktalarına yerleştirmeye ve bu kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlak derslerini kaldırmaya, Müslümanları cahil bırakmaya uğraştılar. Nihayet tam başarı sağladılar. İslam devleti yıkıldı. İslamiyet’in dünyaya neşrettiği saadet, huzur nurları söndü.

Yabancı dil öğrenmek
Sual:
Yabancı dil öğrenmek iyi olur mu?
CEVAP
Elbette iyi olur. Öncelikli olarak Arapça ve İngilizce öğrenmelidir. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Bir kavmin dilini öğrenen, onların zararlarından korunmuş olur.) [F.Bilgiler]

Eshab-ı kiramdan Zeyd bin Sabit hazretleri buyuruyor ki:
(Resulullah bana Yahudi dilini öğrenmeyi emretti, ben de öğrendim. Yahudilere gönderilen mektupların çoğunu bana yazdırırdı. Onlardan gelen mektupları bana okuturdu.) [Tirmizi]

Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri de buyuruyor ki:
İslam dininin üstünlüklerini, rahat ve huzur kaynağı olduğunu ve medeniyete, fende ve ahlakta ilerlemeye ışık tuttuğunu dünyaya bildirmek için, kısacası, İslamiyet’e ve bütün insanlara hizmet etmek için, yabancı dil öğrenmek muhakkak lazımdır.

Başarının sebebi
Sual:
Japonya, Amerika ve Avrupa’nın dinleri bozuk olduğu halde, dünya işlerinde nasıl başarılı oluyorlar?
CEVAP
Kur’an-ı kerim iki yol gösterir:
1- Ahiret yolu: İnanarak, severek tatbik eder. Dünyayı da, ahireti de kazanır.
2- Dünya yolu: İnanmasa da gösterdiği yolda giderse dünyada kazanır, başarılı olur. Aspirin gibidir. Müslümanlar da içse faydasını görür, kâfirler de içse faydasını görür. Kur’ân-ı kerimin gösterdiği yolda giden, kâfir de olsa faydasını görür. Allahü teâlâ, (Sadece Müslümana veririm) demiyor, (Çalışana veririm) buyuruyor. Dünyayı kim isterse, ona veririm buyuruyor. Ahireti isteyeneyse, hem dünyayı hem ahireti veririm buyuruyor.

Kur’an-ı kerimin bildirdiği güzel ahlaka, çalışma prensiplerine uymayan bir millet başarılı olamaz. Başarılı olan gayrimüslimlerde, dürüstlük, çalışkanlık, temizlik var; yalan yok. İnsanların haklarını veriyorlar. Bunlar, Kur’an-ı kerimin emrettiği şeylerdir. Kim uyarsa, o kazanır. Eczaneden bir kutu ilaç alsak, tarifesini okuruz. Tarifeye uygun kullanılırsa faydalı olur, tarifeye uyulmazsa ölüme kadar götürür. Bunun gibi, dünya işlerinin de tarifesi vardır. Dünyadaki bütün işlerin tarifesi Kur’an-ı kerimde bildirilmiştir. Herkes, ona uyduğu kadar başarılı olur. Gayrimüslimlerin başarıları bu yüzdendir. Onların dünya için yaptığı faydalı işlerin hiç birinin Kur’an-ı kerime aykırı olduğu gösterilemez.

Bazı gayrimüslim fen adamları, dinlerinden uzaklaşınca, başarılı oluyor. Müslüman ismini taşıyan bazı cahiller de, İslamiyet’ten uzaklaşınca başarısız oluyorlar. Buradaki inceliği iyi anlamak gerekir.

İdare Şekilleri

Sual: İslamiyet, cumhuriyete mi, diktaya mı benzemektedir?
CEVAP
Bir şeyin benzeri, onun aynısı değildir. Mesela altın, bakıra benzer. Fakat tamamen farklıdır. Ali ikiz kardeşi Veli’ye çok benzese de, ikisi tamamen farklıdır. Her sistemin birbirine benzer tarafları bulunabilir. Bu hususta İskilipli Muhammed Atıf Hocanın Medeniyet-i şeriyye kitabında kâfi bilgi vardır. Kısaca şöyle deniyor:

(İdareler dörttür: Mutlakıyet, Meşrutiyet, Cumhuriyet ve Hilafet.
Hilafette, halkın reyleri ile [yahut Hazret-i Ebu Bekir’in yaptığı gibi tayin ile] muayyen vasıfları bulunan bir kimse, devlet başkanı olarak seçilir. Kendisi vazgeçmedikçe veya ölmedikçe veya azlini gerektirecek bir sebep bulunmadıkça halifenin başkanlığı devam eder. Her hareketi dinin emri ile kayıtlıdır. Dinin emir ve yasaklarına aykırı icraatlarda bulunamaz.

[Oğlunu halife bırakmasını istediklerinde Hazret-i Ömer, (Halifelik ağır bir yüktür. Bir aileden bir kurban yeter. Oğlumun da kurban gitmesine razı olamam) buyurmuştur.] Oy ile seçilmesi Cumhuriyet’e benzer. Tayini ve azli, belli kimselerin reyleri ile olduğu için Meşrutiyet’e, idaresi, kanunların tatbikinde gayet geniş yetkilere haiz olduğu için Mutlakıyet’e [diktaya] benzer. Fakat Allah’ın emirleri dışına çıkılmadığı için Mutlakıyet sayılmaz. Başkan, belli bir müddet için seçilmediğinden, Cumhuriyetten bu bakımdan da farklıdır. Kısacası İslamiyet, her üç sistemden de farklıdır.)

Atıf Hoca’nın dediği gibi, bir ilahi sistem olan İslam, beşeri sistemlerden farklıdır.

Sosyal adalet
Sual:
Sosyal adalet ne demektir?
CEVAP
Sosyal adalet; asırlardan beri bütün rejimler ve bütün sosyal doktrinler tarafından düşünülen ve gerçekleştirilmesi arzu edilen bir husustur. Bir topluluğun düzenli, ahenkli olması ve fertler, zümreler arasında nefret ve düşmanlık bulunmaması için sosyal adaletin bulunması gerekir.

Sosyal adalet, herkesin çalışması; bilgi ve kabiliyeti ve gördüğü iş nispetinde hakkını alması; hiç kimsenin ezilip sömürülmemesi; en küçük bir iş görene de hayat hakkı tanımak demektir. Çalışan herkesin asgari bir geçim şartına erişmesi, sosyal adaletin ilk şartıdır.

Sosyal adalet, sosyal eşitlik demek değildir. Herkesin aynı gelire sahip olması adalet değil, adaletsizlik olur. Bir sınıfta, çalışan çalışmayan, bilen bilmeyen bütün öğrencilerin sınıf geçmesi de böyledir. Mutlak eşitlik, ne tabiatta, ne toplulukta, hiçbir yerde yoktur. Olması da düşünülemez. Bir fabrikadan çıkan eşya gibi, bütün vasıfları aynı olan robot gibi insan olmaz. Herkes farklı yaratılışta olduğu için işleri de farklı olur.

Hukuktaki eşitlik, aynı durum ve şartlar içinde bulunan herkesin aynı muameleye tâbi tutulması demektir. Sosyal bakımdan, hele ekonomik yönden tam bir eşitlik aramak ve istemek, hem gereksiz, hem imkansızdır. Çünkü, adalet kavramı ile bağdaştırılamaz. Mesele, mevcudu kelle hesabı, eşit şekilde paylaştırmak değil; herkesin çalışmasının karşılığını görmesi, hakkını elde edebilmesidir.

Sosyal adalet, milli gelirin en uygun şekilde taksimini sağlar; istismarı, sömürücülüğü ortadan kaldırır. Sermayenin belirli bir zümre elinde toplanmasını önler. Herkese kendi ölçüsünde hayat hakkı verir. Sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir. Böyle bir toplulukta vatandaşlar, kendilerini emniyette hissederler. Sosyal adaleti en iyi, en verimli olarak sağlayan kuvvet, elbette İslam ahlakıdır. Müslümanlar birbirlerinin kardeş olduklarına inanır ve kardeş gibi birbirini severler; Müslüman olmayanların mallarına, canlarına, ırzlarına saldırmazlar.

İslam dini, insanların yardımlaşmalarını sağlar; her çeşit bölücülüğü önler. Çalışmayı, helal para kazanmayı emreder. Çalışan her insana hakkını verir. Herkesin mülkünü korur. Kimse kimsenin malına, mülküne dokunmaz. Sosyal adaleti anlayanların, İslam ahlakına saygı göstermeleri gerekir. Bugün Avrupalı, İslam ahlakına uyduğu ölçüde temiz ve sağlam işler yapıyor. Doğruluk, temizlik ve çalışmak İslam ahlakının esaslarındandır. Dinsiz bir toplum bile, İslam ahlakına uygun yaşarsa, dünyada rahat eder.

Liberalizm
Sual:
İslam liberalizmi olur mu?
CEVAP
Kâfire de, Müslümana da insan dendiği gibi, İslam’ın ekonomi sistemine de arz ve talep esasına göre yürüdüğü için, liberal ekonomi deniyor. Fakat devletin iktisadi hayata dokunmamasını isteyen Adam Smith’in liberalizminden ve diğer sistemlerden çok farklıdır.

Uşur, harac, cizye, narh koymak, beytülmalin diğer gelirlerini toplamak ve sarf etmek, devletin elinde olduğu için, İslam iktisadı, başıboş bir liberalizm değildir. İstihsalde özel teşebbüse imkan verir, milli gelirin fertlere taksiminde sosyal adaleti gözetir. İslamiyet, kapital hakimiyetini önlemiş, işçi ile patron arasındaki uçurumu kaldırmak için, işçinin sermayeye ve kâra ortak olmasını sağlamıştır. Herkes parasını, bir işletmeye yatırabilir. Fazla kâr alır. Bundan başka, zenginlerin, fakirlere zekat vermesini emir buyurmuştur. İşte sosyal adaletin temelini bu teşkil eder.

Zekat ile toplanan servet, Beytülmal müessesesini kurmuş, fakirliğin, açlığın önü alınmıştır. Ayrıca patron ile işçi yerine, ortaklık, şirket üyeliği meydana gelmiştir. Herkes seve seve çalışmakta, her emek sahibi, emeğinin karşılığını bulmaktadır. Hadis-i şerifte, (İşçiye, alnının teri kurumadan hakkını veriniz!) buyurulmaktadır. (İbni Mace)

Zekat, malının kırkta birini, müstahak olana vermek demektir. İslam dininde, eli, ayağı tutup da çalışabilenlerin dilenmesi haramdır. Zekat, çalışamayacak derecede hasta ve sakat olanlara ve çalışıp da, güç geçinenlere verilir. Allahü teâlâ, böyle fakirleri, milletin içinden kırkta bir olarak yaratmıştır. Bunlara zekat veren zengin bir Müslüman, hem dini ibadetini yaparak, Allahü teâlânın rızasını kazanır, hem de sosyal yardım yaparak, malını, servetini fakirlerin hak ve tecavüzlerinden korumuş olur. İslam dini, ticaret ahlakını da koyarak, sınıf mücadelesini kaldırmıştır.

Dinimizde zaruretsiz narh konmaz. İbni Abidin hazretleri buyuruyor ki: Medine’de pahalılık olunca, (Ya Resulallah, fiyatlar yükseliyor. Bize kâr haddi koyunuz!) denildi. Peygamber efendimiz, (Kâr haddi koymayın, fiyat koyan Allahü teâlâdır!) buyurdu.

Aynı kitapta, fiyatlar fahiş olarak arttığı, millete zulüm hâline geldiği zaman narh [kâr haddi] koymanın caiz olduğu bildirilmektedir.

Liberal ekonomi sistemi
Sual:
Tam İlmihalde, (İslamiyet'te, ilim, ahlak, doğruluk, adalet üzerine dayanan ve tam liberal olan demokratik devletler kurulmuştur) deniyor. Liberal ekonomi, beşeri bir sistem değil midir?
CEVAP
Batılılar, çeşitli ekonomik sistemleri incelemişler, özel ve hür teşebbüs bulunduğu, serbest rekabete imkan verdiği için İslam'ın serbest ekonomi sistemini beğenmişler ve bunu kendilerine mal etmişlerdir. Bir de buna isim bulmuşlar, adına Liberal ekonomi demişlerdir. [Liberal, eli açık, kerim, cömert, hürriyet taraftarı, hürriyete uygun gibi manalara gelir.]

Liberal kelimesinin ifade ettiği manalar, dinimize aykırı değildir. Ama batının elinde, Adam Smithe ve faizci zihniyete göre değişik şekiller almıştır. Dinimizde ihtikâr, karaborsa, faiz gibi şeyler yoktur. Şu halde, İslam ekonomisi, ilme, ahlaka, doğruluğa, adalete, hürriyete dayanan bir sistemdir. Bunu günümüzde en iyi şekilde Liberal kelimesi anlatmaktadır. Bu güzel sistemi başka bir kelime ile anlatmak yerleşmediği için bu kelime kullanılmaktadır. Sırf kelimeden dolayı yanlış aramak çok yanlış olur.

Batı, İslami sistemlerin hepsini kullansa, hepsine de kendine göre birer isim bulsa, biz de o isimleri alsak ne çıkar? Dinimizde bu manada kelime değil, mahiyet mühimdir. Mesela efendi kelimesi Yunancadır. Bugün Türkçe’ye o kadar yerleşmiş ki, en çok saygı duyduğumuz zatlar için kullanıyoruz. Mesela Peygamber efendimiz diyoruz. Batıdan gelmiş diye efendi kelimesini kullanmamak yanlış olur. Batılı, Müslümanların bulduğu bir çok keşifleri, matematikteki, cebirdeki, tıptaki ve daha başka ilimlerdeki buluşları kendilerine mal etmiştir. Bunları batı bile bulsaydı, Müslümanların onlardan almalarında bir mahzur yoktu.

(Fen ve sanat müminin kaybettiği malıdır, nerede bulursa alsın!)
ve (İlim Çin'de de olsa alın) hadis-i şerifleri, dünyanın en uzak yerinde, hatta kâfirlerde bile olsa ilim öğrenmeyi emretmekte, batıdan gelme diyerek fenni reddetmemek gerektiğini bildirmektedir.

Liberal ekonomi gibi, Cumhuriyet sistemleri de farklı uygulanmaktadır. Mesela Rusya'da komünizm, İngiltere'de krallık, Libya'da sosyalizm, Mısır ve Suriye gibi yerlerde ise gayrı İslami bir idare şekli olarak uygulanmaktadır. Nasıl ki, beşeri sistemlerin başına İslam kelimesini koymakla mesela "İslam Cumhuriyeti" demekle, o sistemin İslami olması mümkün değilse, liberal kelimesini de, Müslümanlar kullanmakla, dine aykırı bir şey yapmış olmazlar.

Şahsi mülkiyet hakkı
Sual:
Tam İlmihal’de (Hükümet, millete hizmet için yapacağı bütün masrafları, beyt-ül-mâldan karşılar. Beyt-ül-mâlın gelirleri yok ise veya az olup ihtiyacı karşılayamıyor ise, hükümet yapacağı hizmetlerin karşılığını milletten vergi olarak ister. Milletin bu vergi borçlarını devlete tam vaktinde ödemesi gerekir) deniyor. Mısırlı zat da, (Devlet şahsi mülkiyete el koyabilir. Fazlasını alıp fakirlere taksim edebilir) diyor. İkisi aynı şey değil midir?
CEVAP
İkisi farklı şeylerdir. Devletin, yapacağı hizmetler için, milletten vergi alması ayrı, zenginlerin malına el koyup fakirlere dağıtması ayrı şeylerdir. Mısırlı sosyalist, şahsi mülkiyet hakkını kabul etmiyor, herkes eşit olsun, hiç zengin kalmasın diyor, yani sosyalizmi savunuyor.

Sınıf ve zümre
Sual:
Hak Sözün Vesikaları kitabında, (Sosyal adalet, sınıf ve zümreleri arasında düşmanlık bulunmayan bir topluluk meydana getirir) deniyor. İslamiyet’te sınıf ve zümre mi var?
CEVAP
Sınıfsız, zümresiz toplum olmaz. Her toplumda fakirler ve zenginler, işçiler ve patronlar, memurlar ve âmirler olur. İslamiyet’e uyulunca, bunlar arasında düşmanlık olmaz.

İslam dini, ticaret ahlakını getirerek, sınıf mücadelesini ortadan kaldırmıştır. Adalet karşısında, devlet başkanı da, çoban da, eşit haklara sahiptir ve eşit mesuliyetleri taşır. Haksızlık yok, kardeşlik vardır. (S. Ebediyye)