Peygamberlerle İlgili Çeşitli Sorular

Hazret-i İsa'dan sonra
Sual:
Hazret-i İsa ile Peygamber efendimiz arasında Peygamber gelmiş midir?
CEVAP
Hazret-i Âdem'den beri birçok Peygamber geldiği kitaplarda yazılıdır. Bunlardan bin senede bir gelene Resul denir. Her asırda en az bir Peygamber gelerek, Resullerin bildirdiği dinleri kuvvetlendirmişlerdir. Resullere tâbi olan bu Peygamberlere Nebi denir. Hazret-i İsa'dan sonra da nebiler gelmiştir. Mesela Hazret-i Yahya, İsa aleyhisselamla aynı senede doğmuştur. Hazret-i İsa'ya İncil inince, Hazret-i Yahya da Ona tâbi olup İncilin hükümlerini bildirmiştir. Hazret-i İsa'dan sonra da nebiler [Peygamberler] gelmiştir. Bunlardan üçünün hayatı, Türkiye Gazetesi'nin yayınlarından Peygamberler Tarihi Ansiklopedisinin 5. cildinde bildirilmiştir. Bunlar, Şemun, Circis ve Halid bin Sinandır. (Aleyhimüsselam)

Sual: Yeni Rehber Ansiklopedisi'nin c.10, s. 130 'da, (Benimle İsa arasında başka bir Peygamber yoktur) hadis-i şerifi yer alıyor. Yine c.8, s. 250'de, Halid bin Sinan'ın Peygamber olduğu, Hazret-i İsa ile Muhammed aleyhisselam arasında geldiği ifade ediliyor. Bu ifadelerde bir tenakuz yok mu?
CEVAP
Tenakuz yoktur. Çünkü hadis-i şerifte, Hazret-i İsa'dan sonra kitap getiren resul yoktur buyuruluyor. Yoksa son resul ve son nebi olan Muhammed aleyhisselama kadar çok nebi gelmiştir. Hazret-i Âdem'den beri 124 bin kadar nebi geldiği bildirilmiştir. Yahya aleyhisselam da, her ne kadar Hazret-i İsa ile aynı devirde Peygamberlik yapmış ise de, Hazret-i İsa ile Muhammed aleyhisselam arasında yaşamış bir nebidir. Çünkü İsa aleyhisselam göğe kaldırıldıktan sonra da Peygamberlik yaptı. Hazret-i İsa'nın göğe kaldırıldığından bir buçuk sene sonra şehid edildi. Demek ki Halid bin Sinan bir nebidir.

Mürsel Peygamberler
Sual:
Hazret-i İsa resul olarak gelince, Hazret-i Musa'nın dini ile amel etmek caiz mi idi?
CEVAP
Hazret-i Âdem'den beri, her bin senede bir Resul gelirdi. Her yüz senede bir veya birkaç Nebi denilen Peygamber gelirdi. Resul ve Nebi olan bütün Peygamberler, hep aynı esaslara iman edilmesini istemişlerdir. Yani Hazret-i Âdemin bildirdiği iman ile, Peygamber efendimizin bildirdiği iman aynı idi. İmanda değişiklik olmaz. Amele ait hükümlerde zamanla değişiklikler oldu. Önceleri haram olan bir şey, sonra helal, önce helal olan bir şey sonra haram olmuştur.

Bir Resul gelince, bunun geldiğini duyanların, artık önceki Resulün bildirdikleri ile amel etmeleri caiz olmaz. Mesela Hazret-i İsa gelince, bunu işitenlerin artık Hazret-i Musa'nın getirdiği hükümlerle amel etmeleri caiz değildi. Ancak başka bir beldede bulunup da Hazret-i İsa'nın geldiğini işitmemiş olanlar, bundan müstesnadır. Onların yine Hazret-i Musa'nın dini ile amel etmeleri gerekirdi.

Eğer bir mürsel Peygamberin getirdiği din zamanla tahrif olmuş, değişmişse, ona da uyulmaz. Ondan önce gelmiş, tahrif olmamış din ile amel edilir.

Hazret-i İsa gelmeden önce, Hazret-i Musa'nın dini tahrif olmuştu. Hazret-i Üzeyre Allah'ın oğlu deniyordu. Hazret-i İsa'nın gelişinden kısa bir müddet sonra da, Isevilik tahrif olmuş, hak olarak hiçbir yerde kalmamıştı. Hazret-i İsa'ya "tanrı" veya "tanrının oğlu" deniyordu.

Akl-ı selim sahipleri, tahrif olmuş bu dinlere uymadılar. Daha önce gelen ve bozulmamış olan Hazret-i İbrahim'in dinine tâbi oldular. Peygamber efendimizin mübarek ana babası ve Mekke'deki birçok kimse, bu sebeple Hazret-i İbrahim'in dini ile amel etmişlerdir.

Hazret-i Davud resul ve nebi idi
Sual:
Yeni bir resul gelince, önceki resulün dinini nesh ediyor. Hazret-i Davud, gelince, önceki din olan Hazret-i Musa'nın dinini niye nesh etmedi? Yoksa Hazret-i Davud resul değil miydi?
CEVAP
Bütün mucizeler mahluktur ama, istisna olarak Kur'an-ı kerim, mahluk olmayan mucizedir. Herkes bir ana babadan dünyaya gelir, ama Hazret-i Âdem babamız ile Hazret-i Havva validemiz ana babasız dünya gelmiştir. Hazret-i İsa da babasız yaratılmıştır. Bunlar istisna oluyor. Davud aleyhisselamda da bir istisna olduğu görülüyor.

Hazret-i Davud, kendisine kitap verilen bir resul olmasına rağmen, kendinden önce gelen dini nesh etmedi. Ama Davud aleyhisselam, 40 yıl hükümdarlık etti. Allahü teâlâ, ona büyük ihsanlarda bulundu. Üç âyet meali şöyledir:

(Davud'a da Zebur'u verdik.) [Nisa 163, İsra 55]

(Ey Davud, biz seni yeryüzünde halife yaptık.)
[Sad 26]

(Biz Davud'a tarafımızdan
[diğer insanlar ve nebiler üzerine] fazilet, [Peygamberlik, kitap, saltanat, güzel ses ve demire elinde şekil verme gibi] üstünlük verdik. Ey dağlar ve kuşlar, siz de Onunla beraber tesbih edin dedik. Ona demiri [mum gibi] yumuşak kıldık.) [Sebe 10]

Hazret-i Davud, aynı zamanda nebi idi. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Hiç kimse, eli ile [alnının teri ile] kazandığından daha hayırlı bir şey yemez. Allah'ın nebisi Davud da eli ile [alnının teri ile] kazandığını yerdi.) [Buhari] {Demirden güzel zırhlar yapıp satardı.}

Peygamberlerin, birbirleri üzerinde, şerefleri, üstünlükleri vardır. Ülülazm olan resuller, diğerlerinden, Resuller ise, resul olmayan nebilerden daha üstündür. Yukarıdaki âyetler, hem resul hem nebi, hem de sultan olan Davud aleyhisselamın üstünlüğünü göstermektedir.

Musa
aleyhisselam, Beni İsrail'e gönderilmiştir. Yuşa, Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya ve Yahya [aleyhimüsselam] da, Beni İsrail'e gönderildi. Ama, bunların ayrı dinleri olmayıp, Beni İsrail'i, Hazret-i Musa'nın dinine davet ettiler. Davud aleyhisselama Zebur kitabı indi. Zebur'da şeriat [yani ahkam, emir, ibadet] yoktu. Vaaz ve nasihatlerle dolu idi. Bunun için, Tevrat'ı nesh etmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için, Hazret-i Musa'nın dini, İsa aleyhisselam zamanına kadar devam etti. Hazret-i İsa gelince, bunun dini, Hazret-i Musa'nın dinini nesh etti. Yani Tevrat'ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i Musa'nın dinine uymak caiz olmayıp, Muhammed aleyhisselamın dini gelinceye kadar, Hazret-i İsa'nın dinine uymak lazım oldu.

İsevilik ve Musevilik
Sual:
Âl-i İmran suresinin 67. âyetinde, (İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi; o, Allah'ı bir tanıyan doğru bir Müslüman idi; müşriklerden de değildi) deniyor. Bütün peygamberler Müslüman olduğuna göre, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa'nın dini de, İslam mıydı?
CEVAP
Bütün Peygamberler, hep aynı imanı söylemiş, hepsi ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. Fakat dinleri, yani kalb ile, beden ile yapılması ve sakınılması lazım olan şeyleri başka başka olduğundan, İslamlıkları, Müslümanlıkları da ayrıdır. (S. Ebediyye)

Hazret-i Adem'den beri gelen dinlerde, dinin adı, gönderilen peygamberin adı ile söylenirdi. Mesela, Hazret-i Musa'nın dinine Musevilik, Hazret-i İsa'nın dini İsevilik denirdi. Her peygamber, bir bölgeye, bir kavme gelirdi. O bölgenin, o kavmin peygamberi olurdu. İslamiyet ise, cihanşümul [evrensel, üniversal] olarak geldi. Bir bölgeye, bir ırka değil, bütün insanlığa, bütün dünyaya geldi.

İslam kelimesinin anlamı Allah'a teslim olmak, boyun eğmek demektir. Müslüman da, kelime anlamı itibariyle, Allahü teâlâya kayıtsız şartsız teslim olan kimse demektir. Bundan dolayı bütün hak dinler, asılları itibarıyla İslam'dır ve Hazret-i Âdem'den kıyamete kadar gelip geçmiş bütün müminler de Müslüman'dır.

Kul hakkı
Sual:
Kul hakkının hesabından Peygamberler bile korkmuştur deniyor. Peygamberler masum, günahsız değil mi, niye korkuyorlar ki?
CEVAP
Evet, onlar kul hakkı dâhil, hiç günah işlemezler; fakat bu, korkmalarına mani değildir. Kul hakkının hesabı çok çetin olacaktır. Bunu da en iyi bilen peygamberlerdir. Kişinin, bilmediği şeyden korkması zaten mümkün olmaz. Nitekim Allah'ı çok seven ve Onu iyi tanıyan da, Allah'tan çok korkar ve çok ibadet eder. Allahü teâlâyı en iyi tanıyan da Peygamber efendimiz olduğuna göre, en çok korkan ve en çok ibadet eden de elbette Odur. Bir hadis-i şerif meali:
(İçinizde, Allah'tan en çok korkan benim.) [Buhari]

Âişe validemiz, Peygamber efendimizin günahtan masum olduğunu bildiği için, Berat gecesinde çok ibadet etmesinin sebebini sormuştu. Resulullah efendimiz de, (Şükredici kul olmak için) diye cevap vermişti. (Gunye)

Hazret-i Yakubun oğulları
Sual:
Hazret-i Yakubun 12 oğlunun hepsi de mi peygamber idi?
CEVAP
Hayır, kitaplarda sadece Yusuf aleyhisselamın peygamber olduğu bildiriliyor.

Beşikte konuşanlar
Sual:
Beşikte iken konuşan insanların sayısı belli midir?
CEVAP
Kesin belli değildir. Beşikte iken konuşanlardan bazıları şunlardır:
1- Muhammed aleyhisselam doğunca, secdeye kapanıp, (La ilahe illallah, inni resulullah) = (Allah'tan başka İlah yoktur, elbette ben Allah'ın Resulüyüm) demiştir. (Şevahid-ün-nübüvve)

2-
Yahya aleyhisselam, beşikte iken, yeni doğan Hazret-i İsa'ya, (Sen, Allah'ın kulu ve Resulüsün) diyerek onun Peygamberliğini tasdik etmiştir. (İ. Süyuti)

3-
İsa aleyhisselamın konuştuğu Kur'an-ı kerimde mealen şöyle bildiriliyor:
(Meryem, İsa'yı doğurup kucağında getirince, ona, "Çok garip bir iş yapmışsın, baban kötü, annen iffetsiz değildi" dediler. Meryem, [sormaları için] çocuğu gösterince, ona, "Biz çocukla nasıl konuşuruz" dediler. Çocuk dedi ki, "Ben Allah'ın kuluyum, O bana kitap verdi ve beni Peygamber yaptı. Bana namazı ve zekatı emretti.") [Meryem 27-31]

4-
Hazret-i İbrahim, doğunca, (La ilahe illallah...) dedi. (Ruh-ül-beyan)

5-
Hazret-i Meryem de, beşikte iken konuştu. Hiçbir kadından süt emmedi. Allahü teâlânın gönderdiği rızıklarla beslendi. (Beydavi)

6-
Kötü bir kadın, doğurduğu çocuğun babasının, Cüreyc olduğunu söyler. Halk ayaklanır ve Cüreycin ibadetgahını yıkarlar. Kendisini ararken, Cüreyc namaz kılıp Allah'tan kurtulması için dua eder. Sonra çocuğun yanına gelir. Çocuk, babasının bir çoban olduğunu söyleyince, oradakiler, yaptıkları zulümden dolayı Cüreycden özür dilediler. (Buhari)

7-
Yusuf aleyhisselama iftira edilince, Zeliha'nın akrabasından bir bebek, (Yusuf'un gömleği önünden yırtılmışsa kadın doğru söylüyor, Yusuf yalancıdır. Gömleği arkadan yırtılmışsa, Yusuf doğru söylüyor, kadın yalancıdır) dedi. [Bu hususta Yusuf suresinin 26 ve 27. âyet-i kerimelerinde bilgi vardır. Hazret-i Yusuf'un mucizesi ile bebek konuşunca, kadının yalanı meydana çıktı.]

8-
Zalim ve kâfir bir hükümdar, ilahlık davası güdüyordu. Kendini ilah kabul etmeyenleri ve Allah'a iman edenleri ateşe atıyordu. Ateşe atma sırası, kucağında çocuğu bulunan bir kadına geldi. Kadın, ateşe girmek istemeyince, bebeği, (Anne sabret, sen hak din üzeresin) dedi. (Müslim)

9-
İsrail oğullarından bir kadın, oğlunu emzirirken, yakışıklı ve heybetli bir genç adam, atı ile oradan geçiyordu. Kadın, (Ya Rabbi, şu bebeğimi de, böyle yakışıklı ve heybetli kıl) diye dua ederken, bebek, emmeyi bırakıp, Ya Rabbi, beni onun gibi yapma dedi. Daha sonra oradan zavallı bir cariye geçiyordu. İnsanlar, ona kötü laf söyleyerek hakaret ediyorlardı. Kadın, (Ya Rabbi, şu bebeğimi, bu cariye gibi yapma) diye dua etti. Bebek, yine emmeyi bırakıp, Ya Rabbi, beni onun gibi yap dedi. Bebeğin bu konuşmalarına şaşıran anne, bebeğine, niye böyle söylediğini sordu. Bebek, O atlı, zalim biridir. Bu cariye ise, iftiraya uğrayan suçsuz bir mazlumdur dedi. (Buhari)

10-
Allah'a iman etmiş bir kadın, Firavun'un kızının başını tararken, tarak yere düştü. Alırken, Bismillahi dedi. Firavunun kızı, (Yoksa senin, babamdan başka Rabbin mi var) dedi. Kadın, (Herkesin Rabbi Allah'tır) dedi. Firavunun kızı, durumu babasına haber verdi. Firavun, kadının inancından dönmesini istedi. Kadın, kabul etmedi. Kadını ateşte kızdırılmış bir heykelin içine koyarak öldürecekleri zaman, kadın, girmemek için diretti. Kucağındaki bebeği, (Anne, korkma, sen hak din üzeresin) dedi. (Hakim)

11-
Yemameli bir zat, çocuğu ile birlikte Resul-i ekremin huzuruna gelmişti. Peygamber efendimiz, çocuğa, (Ben kimim) dedi. Çocuk da, (Sen Resulullahsın) dedi. Peygamber efendimiz çocuğu severek ona, Mübarekül-Yemame adını verdi. (Mevahib-i Ledünniyye)

12-
Nuh aleyhisselam, mağarada doğmuştur. Annesi mağaradan onu çıkarırken, (Yavrumun hali ne olacak) diye söylendi. Hazret-i Nuh, (Anne korkma, hiçbir kimse bana zarar veremez. Allah beni yarattığı gibi korur) dedi. (Ruh-ül-beyan)

13-
Bir kahin, Firavun'a, (İsrail oğullarından bir çocuk doğacak ve senin devletin yok olacak) dedi. Firavun, bunun üzerine, Beni İsrail'den doğan erkek çocukları öldürtmeye başlamıştı. Cellatlar her evi basıyor, yeni doğmuş çocuk görünce, hemen öldürüyorlardı. Bu sırada Hazret-i Musa doğdu. Çok geçmeden Firavun'un cellatları evi bastılar. Hazret-i Musa'nın annesi, çocuğu fırının içine sakladı. Hazret-i Musa'nın ablası, durumu bilmediği için fırını yakmıştı. Annesi, cellatlar gidince, çocuğu almak için geldiğinde, fırın yanmakta idi. (Eyvah, evladım yandı) diye feryat ederken, fırın içinden Hazret-i Musa, (Anne üzülme, Allah beni korudu) dedi. Annesi elini fırına sokup oğlunu çıkardı. (Ruh-ül beyan) Allahü teâlâ her şeye kadirdir. (Şura 9)

14-
Hazret-i Yusuf da, annesinin karnında iken, (Uzun bir müddet, babamdan ayrı kalacağım) dedi. (Ruh-ül-beyan c.4, s.241)

"Ardına bakmasın"
Sual:
Melekler Lut aleyhisselamın kavmini yere batırmak için gelince, Lut aleyhisselama, Kur'an-ı kerimde, (Hiç biriniz dönüp ardına bakmasın) dendiği bildiriliyor. (Hicr 65) Arkaya bakılmamasının sebebi ne idi?
CEVAP
Tefsirlerde yazıyor ki:
Meydana gelecek korkunç felaketi görmemeleri için.
Veya kendilerine de o felaketin isabet etmemesi için.
Yahut hiç biri yolundan geri dönmemek için.
Hicrete kendilerini alıştırmak için diye de tefsir edenler olmuştur. (Beydavi)

Hiçbir Peygambere Dil Uzatılmaz

Sual: Bazı Avrupa ülkelerinde Resulullah efendimize hakaret maksadıyla karikatür vs. yapılınca, tepki amacıyla Hazret-i İsa'ya dil uzatmaya başlandı. Peygamberlere nasıl dil uzatılır?
CEVAP
Peygamber efendimize dil uzatılması, ardından Hazret-i İsa'ya dil uzatılması din düşmanlarının bir oyunudur. Müslümanlar bu tuzağa düşmemeli. Din düşmanlarının kendileri zaten hiçbir Peygambere inanmıyorlar.

Bir Peygambere Tanrı veya Tanrı'nın oğlu demek, ona inanmak demek değildir. Yani onlar için değişen bir şey yok, kâfir tekrar kâfir olmaz; ama bir Müslüman, herhangi bir Peygambere dil uzatamaz. Bütün Peygamberler Müslüman idi, hepsine inanmak, hepsini sevmek imanımızın şartlarındandır.

İmanın dördüncü şartı, Peygamberlere imandır. Amentü'deki ve rusülihi kelimesi, Allahü teâlânın Peygamberlerine iman etmeyi bildirmektedir.

Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam ve sonuncusu, bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahü aleyhi ve sellemdir. Bu ikisinin arasında, çok Peygamber gelmiş ve geçmiştir. Sayıları belli değildir. Yüz yirmi dört binden çok oldukları bildirilmiştir.

Peygamberlere iman etmek, aralarında hiçbir fark görmeyerek, hepsinin Allahü teâlâ tarafından seçilmiş sadık, doğru sözlü olduklarına inanmak demektir. Onlardan birine inanmayan, hiçbirine inanmamış olur.

Allahü teâlâ, ilk insan ve ilk Peygamber olan Âdem aleyhisselamdan beri, her bin senede din sahibi yeni bir Peygamber vasıtası ile, insanlara dinler göndermiştir. Bunlar vasıtası ile, insanların dünyada rahat ve huzur içinde yaşamaları ve ahirette de sonsuz saadete kavuşmaları yolunu bildirmiştir. Kendileri ile yeni bir din gönderilen Peygamberlere (Resul) denir. Resullerin büyüklerine (Ülülazm) Peygamberler denir. Bunlar, Âdem, Nuh, İbrahim, Musa, İsa ve Muhammed aleyhimüssalatü vesselamdır.

Âdem aleyhisselamdan, son Peygamber Muhammed aleyhisselama kadar bütün Peygamberler, hep aynı imanı bildirmiş, ümmetlerinden aynı şeylere iman etmelerini istemişlerdir. Yahudiler, Musa aleyhisselama inanıp, İsa aleyhisselama ve Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Hıristiyanlar, İsa aleyhisselama inanıp, Muhammed aleyhisselama inanmazlar. Müslümanlar ise, bütün Peygamberlere inanırlar. Peygamberlerden herhangi birini inkâr veya herhangi birine hakaret etmek küfürdür, yani böyle yapan kâfir olur.

Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar bozmadan önce, amele ait hükümler hariç, inanılacak şeylerde hepsi aynı idi. Bütün Peygamberler Müslüman idi. Mesela Yahudi ve Hıristiyanların bizim Peygamberimiz dedikleri nebiler için Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları [Müslümandır], onların Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki, siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah'ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim kim olabilir.) [Bekara 140]

Hazret-i Süleyman ve Belkıs

Belkıs kimdir?

Süleyman aleyhisselam, Hacdan sonra Sana'ya gitti. Buradaki bir hüdhüd (ibibik), Süleyman aleyhisselamın hüdhüdüne Belkıs'ın sarayını anlattı. Bu hüdhüd de merak edip, Belkıs'ın sarayını gezip geldi. Gördüklerini anlattı.

Hazret-i Süleyman Belkıs'a besmeleyle başlayan (Müslüman ol, isyan etmeden bana gel!) diye bir mektup yazdı. Hüdhüd, her yer kapalı olduğu için mektubu pencereden girerek Belkıs'ın yatağına koydu. Belkıs, uyanıp mühürlü mektubu görünce korktu. Adamlarını toplayıp istişare etti. Süleyman aleyhisselamın peygamber olup olmadığını öğrenmek istedi. (Peygamberse savaşamayız, teslim oluruz. Değilse savaşırız) dedi.

Denemek için kız kıyafetinde beşyüz genç erkek, erkek kıyafetinde beşyüz kız, eğri delikli bir inci, bir bardak, bir taş ve hediye olarak da yakut bir taçla iki altın kerpiç gönderdi. (Eğer bu adam, peygamberse, erkeklerle kızları birbirinden ayırır. İnsan ve cinden başka bir mahluka bu taşı deldirir. Bardağa yerde ve gökte olmayan sudan doldurur. Şu inciye de ip geçirir) dedi.

Hüdhüd gelip bunları Süleyman aleyhisselama haber verdi. O da Belkıs'ın göndermekte olduğu kerpiçlerin ebadındaki altın kerpiçlerle geniş bir sahayı döşetti. Hayvanları üstüne saldı.

Belkıs'ın elçileri, her yerin altın kerpiçlerle döşenmiş olduğunu, hayvanların kerpiçlere pislediğini, altının burada hiçbir değeri olmadığını görünce, getirdikleri iki altın kerpici hediye olarak vermeye utandılar. Altın kaplı sahada iki kerpicin yeri boştu. Elçiler (Bu iki kerpici oradan çaldınız diye itham ederler) diyerek iki kerpici gedik olan yere bırakıp huzura çıktılar.

Belkıs (Bu adam sizi sert karşılarsa peygamber değildir) demişti. Fakat Süleyman aleyhisselam güler yüzle ve tatlı sözlerle karşıladı. (Hani inciniz nerede? Getirin ona iplik takalım) buyurdu. İnciyi bir ağaç kurduna verdi. Kurt, ipliği ağzına alıp bir taraftan girerek öteki taraftan çıktı. Süleyman aleyhisselam, (Delinecek taşı getirin) buyurdu. Onu da ağaçkakan kuşu deldi. Kız ve erkeklere yüzlerini yıkattı. Kızlar ibriği sol el ile, erkekler sağ el ile tuttukları için birbirinden ayırdı. Bardağı da hızlı koşturulan atların terleriyle doldurttu. Getirilen hediyeleri de kabul etmedi.

Elçileri, durumu gidip Belkıs'a haber verince, Belkıs (Bu zat peygamberdir. Teslim olmaktan başka çaremiz yoktur) dedi. Teslim olmak üzere adamları ile yola çıktı.

Süleyman aleyhisselam, Belkıs gelmeden önce tahtını ism-i a'zam duasını bilen Asaf bin Berhıya'ya getirtti. Belkıs'ın babası cin, anası insan idi. Belkıs'ın geleceğini duyan cinler, endişeye kapıldılar. (Belkıs gelir, Süleyman aleyhisselamla evlenir, bir erkek çocukları da olursa, başımız beladan kurtulmaz. Bu işe engel olalım) dediler. Belkıs'ın aklının bozuk olduğunu, ayaklarının merkep ayağına benzediğini söylediler. Süleyman aleyhisselam da bu haberin doğru olup olmadığını öğrenmek için üzeri billur döşeli bir su havuzu yaptırdı. Belkıs, billuru bilmediğinden suya gireceğini zannederek ayakkabılarını çıkardı. Süleyman aleyhisselam da ayaklarında kusur olmadığını gördü. Aklını tecrübe için de tahtında biraz değişiklik yaptırarak kendisine gösterdi. (Tıpkı benim tahtım) dedi. Süleyman aleyhisselam, onu dine davet etti. Belkıs kabul etti. Evlendiler.

Allahü teâlâ, kendisine itaat eden salih kullarına dünya ve ahirette çeşitli nimetler ihsan eder. (E. Aşıkın, Gunye)

İskender-i Zülkarneyn

Sual: İskender'e niçin Zülkarneyn denmiştir?
CEVAP
Hazret-i Zülkarneynin de Lokman aleyhisselam gibi peygamber veya veli olduğunda ihtilaf edilmiştir. Peygamber olup olmadığını bilmemiz gerekmez. Doğu ve Batıya hakim olduğu için kendisine Zülkarneyn dendiği söylenmektedir. Başka rivayetler de vardır.

Allahü teâlâ, Hazret-i Zülkarneyne, dilleri ayrı olan birkaç kabileyi dine davet etmesi için nur ile zulmeti, (Aydınlıkla karanlığı) emrine verdiğini, kabilelerin de böylece kendisine tâbi olacağını bildirir. Bu sayede dünyaya hakim olur.

Üç İskender vardır:
Birinci İskender
, Makedonya kralı Filipin oğlu. Miladdan önce yaşadı, 33 yaşında öldü
İkinci İskender, Yemen hükümdarıdır. Çin'e kadar gitmiştir.
Üçüncü İskender, Kur'an-ı kerimde Zülkarneyn adı ile bildirilen mübarek zattır. Yafes soyundan olup Hızır aleyhisselamın teyzesinin oğludur. Diğer iki İskender'den önce yaşamıştır. Yecüc ve Mecüc denilen kavmi, iki dağ arasına hapsetti. Yüz metre yükseklikte taş ve demirden bir setle dağı kuşattı. Çin seddi başkadır.

Hazret-i Zülkarneyne soruldu ki:
- Babanı mı, yoksa hocanı mı daha çok seviyorsun?
Buyurdu ki:
- Hocamı daha çok seviyorum. Çünkü babam dünyaya gelmeme vesile olmuştur. Fakat hocam ebedi saadetime sebeptir.

Ölürken (Cihanı avucumun içine aldığım halde şimdi eli boş gidiyorum) buyurdu.

Dünya kimseye kalmamıştır. Ahirette herkes amelinin karşılığını göreceğine göre, salih amel işlemeye gayret etmelidir!

Lokman Aleyhisselam

Sual: Hazret-i Lokmanın Kur'an-ı kerimde ismi geçtiği halde niçin peygamber olduğunda ihtilaf edilmiştir?
CEVAP
Kur'an-ı kerimde her ismi geçen peygamber değildir. Lokman aleyhisselamın peygamber olup olmadığını bilmek gerekmez. Eğer gerekseydi, dinimiz açıkça bildirirdi.

Hazret-i Lokman, Davud aleyhisselam zamanında yaşadı. Habeşli bir köle iken azat olup yüksek mertebelere kavuştu. Allahü teâlâ, Lokman aleyhisselama, hikmet ile peygamberlikten hangisini istediğini sordu. O da hikmeti istedi. (Hikmeti niçin istedin?) dediler. Buyurdu ki:
- Allahü teâlâ, peygamberlik verdiği kimseyi muhayyer kılmaz. Beni muhayyer kılması hikmeti tercih etmeme mecbur etti.

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Allah'a şükret diye Lokmana hikmet verdik. Şükreden kendisi için şükreder.) [Lokman 12]

Hikmet, eşyanın mahiyetini, vasfını ve hususiyetini bilmek demektir. Hikmet ehli, selim akla sahiptir. İlmiyle amel eder. Kendisine sordular:
- Peygamberlik hakkında ne dersin?
- Peygamberlik, mihnet ve meşakkatle doludur. Peygamberler belalara düçar olur.

- Peygamberlik olmadığı halde bunları nereden biliyorsun?
- Hüküm mevkiinde olan daima sıkıntı içinde olur.

- Bu mertebeye nasıl eriştin?
- Doğru söylemek, emanete riayet ve faydasız sözü terk etmekle.

- Saadetin alameti nedir?
- Sıdk, edep, hilm ve emanete riayettir.

- Edep, asalet, mal ve ilimden hangisi daha üstündür?
- Edep asaletten, ilim maldan hayırlıdır.

Oğluna öğütleri

* Ey oğlum, âlimlere karşı öğünmek, akılsızlarla tartışmak ve gösteriş yapmak için ilim öğrenme!

* Dünya deniz gibidir. Çok kimse boğulmuştur. Gemin takva, yükün iman, hâlin tevekkül olursa kurtulursun.

* Horoz senden daha akıllı olmasın! O, her sabah zikrederken, sen uykuda olma.

* İnsanlara nasihat ederken kendini unutma! Muma benzeme. Mum aydınlatırken, kendini yakıp eritir.

* Yalandan çok sakın! Çünkü dinini bozar ve insanlar yanında mürüvvetini azaltır. Bununla değerini ve makamını kaybedersin.

* Hep üzüntülü olma, kalbini dertli kılma. İnsanların elinde olana tamah etmekten sakın. Kazaya razı ol ve Allahü teâlanın sana verdiği rızka kanaat et.

* Dünya geçici ve kısadır. Dünya hayatı ise azın azıdır. Bunun da azı kalmış, çoğu geçmiştir.

* Tevbeyi yarına bırakma, ölüm ansızın gelip yakalar.

* Sükut eden pişman olmaz. Söz gümüş ise sükut altındır.

* Âlimlerle otur, hikmet sahiplerinin sözlerini dinle! Allahü teâlâ, bahar yağmuru ile toprağa hayat verdiği gibi, ölü kalbleri hikmet nurları ile diriltir.

* Ölümden şüphen varsa, yatıp uyuma. Uyumak zorunda kaldığın gibi, ölüme de mahkumsun. Dirilmekten de şüphen varsa, uyanma hiç. Uykudan uyandığın gibi öldükten sonra da dirileceksin.

* Yoksulluktan korun. Yoksul düşenin dini ve aklı zayıflar ve mürüvveti kaybolur.

* Borç yükü altında ezilmektense, taş taşımayı tercih et.

* Yapacağın işi, daha önce bunu denemiş, tecrübeli kimselere danış! Çünkü onlar, kendilerine pahalıya mal olmuş doğru görüşleri sana bedava verirler.

* Çalış, kazan! Çalışmayıp muhtaç olanın dini ve aklı noksandır.

* Hikmet, bize lazım olmayan şeyin üzerinde durmamak ve gizli şeyleri araştırmamaktır.

* En iyi haslet dindar olmaktır. Bu haslet iki olursa, dindarlık ve mal sahibi olmak. Üç olursa, dindarlık, mal ve haya. Dört olursa, dindarlık, mal, haya ve güzel ahlak. Beş olursa, dindarlık, mal, haya, güzel ahlak ve cömertliktir.

Hazret-i Eyyub ve Sabrı

Sual: Hazret-i Eyyubün, hastalanıp çeşitli belaya maruz kalmasının sebebi nedir?
CEVAP
Eyyub aleyhisselam, namaza durduğu zaman, dünya ile alakasını tamamen keser, Hak teâlâdan başka bir şey düşünmezdi. Hak teâlâ, onun ibadet ve taatteki sabrını övünce, yerde ve gökte bulunan bütün melekler, ziyaretine geldiler. Şeytan, Eyyub aleyhisselamı kıskanarak Hak teâlâya niyazda bulundu.
- Ya Rab, bu kuluna ne izzet verdin de melekler onu ziyarete geliyor?
- Eyyub benim sabırlı kulumdur. Sabırlı kullarıma böyle ikramlar da azdır.
- Ya Rab, onun sabırlı olup olmadığı benim tecrübeme bağlıdır. İzin ver de, ben onu bir tecrübe edeyim!
- Ey melun haydi tecrübe et!

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Şüphe edilen altın, ateşle muayene edildiği gibi, insanlar da dert ile, bela ile imtihan olur.) [Taberani]

Şeytan, izin üzerine, Eyyub aleyhisselamın yanına gitti. Sabrını taşırıp yoldan çıkarmak için önce malına el uzattı. Dağda otlayan bütün davarlarını [koyun ve keçilerini] öldürüp Eyyub aleyhisselamın yanına geldi. Onu secdede bulup dedi ki:
- Ya Eyyub, sen hâlâ ibadetle meşgulsün. Halbuki Rabbin sana hışmetti. Bütün davarlarını kırıp geçirdi. Ona hâlâ ibadet mi ediyorsun?
Hazret-i Eyyub namazını bitirip selam verdikten sonra buyurdu ki:
- Davarların hepsinin helak olduğunu söylüyorsun. Onlarla benim ne alakam vardır? Ben sadece aciz bir kulum, köleyim. Kölenin nesi olur? Bütün mal-mülk efendinindir. Efendi, kendi davarlarını helak etmişse, bana ne? Ben kulum, kulluğumu bilirim.

Sonra, tekrar ibadete başlayınca, şeytan perişan oldu. Bu sefer de evlatlarına el attı. On çocuğunun
hepsini öldürüp tekrar Eyyub aleyhisselamın yanına geldi. Dedi ki:
- Ya Eyyub yaptığın ibadetlerin Hak katında bir sineğin kanadı kadar kıymeti yoktur. Rabbin sana gazap etti. Bütün çocuklarını öldürdü.
- Çocuklarımın benimle ne ilgisi var? Yaratan, can veren, yaşatan, öldüren Odur. Hüküm yalnız kahhar olan Allahü teâlânındır.

Tekrar namaza durdu. Şeytan, umduğunu bulamayınca çok üzüldü. Hak teâlâya niyaz etti:
- Ya Rab, Eyyub kulunu çok sabırlı buldum. Mallarını ve evlatlarını helak ettiğim halde gönlünü senden alamadım. Müsaade buyur da bir de gidip elimi Eyyubün vücuduna süreyim, onu hastalandırayım! Bakalım bu sefer sabredebilecek midir?
- Haydi git, bildiğini yap!

Şeytan, Eyyub aleyhisselam secdede iken, burnundan üfledi. Bütün vücudu eridi. Zehirli yılan sokmuş gibi oldu. Her tarafı yara oldu. Buna rağmen bir defa inleyip sızlamadı. Şeytan bir doktor şeklinde gelip, (Bir sıkıntın varsa söyle, hemen tedavi edeyim) dedi. Fakat sıkıntısını belli etmedi, halinden şikayet etmedi. Yedi yıl, hasta yattı. Yine de gücünün yettiği nispette Rabbine ibadet ederdi.
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Kimi çeşitli nimete kavuşunca, Allah'ı anmaktan yüz çevirir. [Hastalık, fakirlik gibi] bir şer dokununca da [Allah'ın rahmetinden] ümidini keser.) [İsra 83]

Eyyub aleyhisselam Allahü teâlâdan ümidini kesmeyip sabrederek imtihandan başarıyla çıkınca, bütün malı ve evladı tekrar kendisine verildi. Allahü teâlâ, sabredenlerle beraberdir. Onun kaza ve kaderine sabredenler sonsuz nimetlere kavuşur. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:
(Sabredenlere, mükafatlar hesapsız verilecektir.) [Zümer 10]

Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ buyurdu ki: "Kimin, bedenine, evladına veya malına bir musibet gelir de o da sabr-ı cemil gösterirse [güzel sabrederse], Kıyamette ona hesap sormaya haya ederim.) [Hakim]

Eyyub aleyhisselam, afiyete, mal ve evlatlarına kavuşunca, o gece seher vaktinde bir ah çekerek ağladı. Sebebini sual ettiler. Buyurdu ki:
(Her gece seher vaktinde "Ey hastamız nasılsın?" diye bir ses duyardım. Şimdi o vakit geldi. Bir ses işitmediğim için ağlıyorum.) [R. Nasıhin]

Hazret-i Eyyubün ağlaması
Sual:
Okuduğum bir Kur'an tercümesinde, Hazret-i Eyyub hastalıktan dolayı şikayet ediyor. Peygamberin, hastalık için şikayette bulunması doğru mudur? Tercümede mi bir yanlışlık vardır?
CEVAP
Defalarca yazdığımız gibi, Kur'an meali adı altında, yapılan hiçbir tercümenin okunmasını tavsiye etmiyoruz. Çünkü Kur'an-ı kerim, kısa veya uzun tercüme edilemez. Ancak ehli olan âlimler, nakli esas alarak tefsirini, tevilini yaparlar. Mealden din öğrenilmez.

Sad
suresinin 44. âyet-i kerimesinde mealen, (Eyyubü, [malına, canına ve aile efradına gelen musibetlere] sabredici bulduk. O ne güzel kuldu, daima Allah'a yönelir, Ona sığınırdı) buyuruluyor. Bu âyet-i kerimede cenab-ı Hak, Eyyub aleyhisselamın sabrını övüyor, (O ne güzel kuldu) buyuruyor. Eğer, Eyyub aleyhisselam, hastalığını şikayet etseydi, Allahü teâlâ, onu övmezdi.

Bu hususu âlimler şöyle izah ediyor:
Hastalığını insanlara sızlanarak anlatmak şikayettir. Doktora anlatmak, diğer insanlara anlatmak gibi değildir. Hiç kimsenin bulunmadığı bir yerde, (Ya Rabbi, hastalığım sebebiyle ibadetlerimi yapamıyorum) diye ağlamak, hastalıktan şikayet değil, ibadet edemediğinden dolayı halini arzdır. Bir nevi özür dilemektir. Hâlini Allahü teâlâya arz edip dua etmekte mahzur yoktur. Nitekim Kur'an-ı kerimde, Yakub aleyhisselamın (Ben büyük kederimi ve hüznümü, [başkalarına değil] ancak Allah'a arz ederim) dediği bildirilmektedir. [Yusüf 86]

Hastalığına üzülmedi
Kur'an-ı kerimi en iyi bilen, tefsir eden şüphesiz Peygamber efendimizdir. Aynı sual ona da sorulunca, cevaben buyurdu ki:
(Allahü teâlâya yemin ederim ki, Eyyub aleyhisselam, hastalığı için inleyip sızlanmadı. Yedi sene, yedi ay, yedi gün, yedi saat, o belaya maruz kaldığı için, ayakta namaz kılamayıp yere düştü. İbadette kusur edince, "Gerçekten bana hastalık isabet etti" dedi.)

Şeytan, Eyyub aleyhisselamı kandırmak için yanına gidip (Malına, canına ve aile efradına gelen bu beladan kurtulmak istersen bana secde et, seni eski haline getireyim) dedi. Şeytanın bu ağır sözü, Eyyub aleyhisselamın gayretine dokundu. Büyük bir belaya maruz kaldığını anlayıp "Gerçekten bana hastalık isabet etti" dedi.

Hastalık uzadıkça, tanıdıkları kendinden uzaklaştı. Fakat sadık hanımı, onu bırakmadı. Şehrin kenarında bir kulübe yaptırdı. İhtiyaçlarını şehirden alıp getirirdi. Bir gün yine şehre gittiği sırada, Hazret-i Cebrail, Hazret-i Eyyube Allahü teâlânın lütfunu müjdeledi:
(Ya Eyyub, bela verdim, sabrettin, şimdi ise, ne istersen iste vereyim.)
Eyyub aleyhisselam da âyetteki gibi hâlini arz edip dua etti. Cenab-ı Hak, (Onun duasını kabul ettik) buyurdu. (Enbiya 84)

Yerden su çıktı
Sad
suresinde bildirildiği gibi, Cebrail aleyhisselam, Hazret-i Eyyubün ayağını yere vurmasını söyledi. Ayağını vurunca, yerden berrak bir su çıktı. Bu su, içme zamanında soğuk, yıkanma zamanında sıcak akardı. Bu sudan bir yudum içip, bir miktar da başına dökünce, hastalığı hemen geçti, kuvveti yerine geldi. Genç bir delikanlı oldu. Hazret-i Cebrail, ona temiz ve kıymetli elbiseler giydirdi.

Bir müddet sonra, hanımı, şehirden yiyecekle dönünce, onu yatakta göremeyip ağlamaya başladı. (Hastama n'oldu, canavarlar mı götürdü?) diyerek feryat ederken, Hazret-i Eyyub ona seslendi:
- Ey hatun, sen kimi arıyorsun?
- Hayat arkadaşım bir hastam var idi. Onu kaybettim.
- Adı ne idi?
- Sabırlı Eyyub idi.
- Şekli nasıldı?
- Sıhhatli iken sana çok benzerdi.
- Ya Rahime, işte o belaya maruz kalan Eyyub benim.
Hanımı ile Allahü teâlâya şükrederek ağlaştılar. Şehre geldiklerinde köhne evlerinin yenilendiğini, daha önce ölen yedi oğlu ile, üç kızının dirildiğini, helak olan develerinin, koyunlarının ve diğer mallarının hepsinin geri geldiğini gördüler. Üstelik anbarlarını altın ve gümüş ile dolu buldular. Hanımı da gençleşti ve 26 çocukları oldu. (R. Nasıhin, Tibyan)

Sual: Hazret-i Eyyübün hastalığında yaralarının kurtlandığı doğru mudur?
CEVAP
Evet, doğrudur. Bazı kimseler, Peygamberlere böyle hastalık gelmez dedilerse de, Peygamberlerin yarasına kurt düşmez diye bir şey yoktur. Peygamberliğin yedi vasfı vardır:
1- Emanet,
2- Sıdk,
3- Tebliğ,
4- Adalet,
5- İsmet,
6- Fetanet,
7- Emn-ül azl.

Yaralarının kurtlanması, peygamberlik sıfatlarına aykırı değildir. Eyyüb aleyhisselamın, yaralarının kurtlandığını büyük âlim Alâaddin-i Attar hazretleri de bildirmektedir. (S. Ebediyye)

Hızır Aleyhisselam

Sual: Bazıları, "Hızır gibi efsanevi kimseler, uydurmadır" diyor. Hızır aleyhisselam hakkında hadis yok mudur?
CEVAP
İslam âlimleri, Hızır aleyhisselamın varlığı hakkında değil, Peygamberliği hakkında ihtilaf edip, kimi nebi, kimi de veli demişlerdir.

İmam-ı Rabbani
hazretleri, Hızır aleyhisselam ile görüşüp konuştuğunu; fakat, vefat ettiğini, ruhunun insan şekline girdiğini bildirmektedir. [M. 282]

Hazret-i Hızır'ın, birçok evliya ile görüştüğü bilindiği için hayatta olduğunu söyleyenler olmuştur. Fakat ehl-i sünnet âlimlerinin hiçbiri "Hızır diye birisi yok" dememiştir.

Kehf suresinin 60-72. âyetlerinde, Musa aleyhisselamla Hazret-i Hızır'ın arkadaşlıkları anlatılmaktadır. Tefsir ve hadis kitaplarında, Musa aleyhisselamın arkadaşının Hazret-i Hızır olduğu bildiriliyor. (Beydavi, Celaleyn, Medarik, Buhari),

Hazret-i Hızır hakkındaki hadis-i şeriflerden biri şöyle:
(Hızır, kuru bir yere beyaz bir post serip üstüne oturunca, kuru yer birden yeşillenir. Biten yeşil otlar, arkasında sallandığı için ona Hızır denmiştir.) [Buhari] (Hızır, yeşil demektir.)

Kıssanın hikmeti
Sual:
Kur'anda geçen, Hızır'la Hazret-i Musa'nın kıssasının hikmeti nedir?
CEVAP
Her kıssada ibret alınacak dersler vardır. Hazret-i Hızır'la Musa aleyhisselamın kıssasından, âlimlerin çıkardığı hükümlerden bazıları şunlardır:

1- Yolculukta hizmetçi bulundurmak caizdir. Sefere arkadaşla birlikte de çıkılabilir. [Yolculukta birini emir [başkan] seçmek sünnet, buna tâbi olmaksa vacibdir.]

2- İlim öğrenmek için, gerekiyorsa uzaklara gitmek müstehabdır.

3- Sefere çıkarken yiyecek almak caizdir ve tevekküle mani değildir.

4- Talebe, rütbe itibarıyla hocasından üstün olsa da, hocasına tevazu göstermelidir. [İnsan bildiğinin hocası, bilmediğinin talebesidir. Bilmediği bir şeyi bilen birinden öğrenirken, ona karşı tevazu göstermelidir.]

5- Talebe, kaldıramayacağı bir şey sorarsa, hocası öğretemeyeceği için özür dilemelidir.

6- Yapacağı bir işi söylerken inşallah demelidir.

7- Metbu [tâbi olunan], tâbi olana şart koşabilir.

8- Şart edilen şey yapılmalıdır.

9- Kişi, unuttuğu şeyden dolayı ayıplanmaz.

10- Tekrar, üç defa yapılır.

11- Yolcunun, ihtiyaç halinde yiyecek istemesi caizdir.

12- Yapılan iş için ücret alınabilir.

13- Fakir, geçimini karşılamayan bir vasıtası olsa da, fakir olmaktan çıkmaz.

14- Gasp etmek haramdır.

15- Yetimin malını veya emanet olan bir malı kurtarmak için, bir kısmına zarar verilebilir.

16- İki zarar karşı karşıya gelince, büyüğünden kurtulmak için, küçüğünü işlemek gerekir.

17- Binayı tamir gerekir. Yıkılıncaya kadar ihmal edilmez.

Hazret-i İbrahim ve Azer

Sual: Azer, Hazret-i İbrahim'in babası mı idi?
CEVAP
Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğu, âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerle sabittir. Bunun aksini söylemek, bu husustaki nassları inkâr olur.

Tevbe suresinin 28. âyet-i kerimesinde müşriklerin necis, yani pis olduğu bildiriliyor. Peygamber efendimiz de bütün dedelerinin temiz olduğunu bildiriyor. Şuara suresinde (Vetekallübeke fissacidin) buyuruluyor. Yani mealen, (Sen, yani senin nurun, hep secde edenlerden dolaştırılıp, sana inkılab etmiş, ulaşmıştır) demektir. Ehl-i sünnet âlimleri bu âyet-i kerimeyi tefsir ederken, bütün ana-babalarının mümin olduğunu bildirmişlerdir. Mevahib-i ledünniyye kitabının başında, bütün dedelerinin temiz birer mümin olduğunu bildiren hadis-i şerifler nakledildikten sonra buyuruluyor ki:

(İbni Abbas hazretleri buyuruyor ki: "Seni bir Peygamberin neslinden diğer bir Peygamberin nesline naklettim. Yani senin soyun Peygamberler silsilesidir. Bir babanın iki oğlu olsa, Peygamberlik hangisinde ise, Resulullah ondan gelmiş demektir.")

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Her asırdaki insanların en iyilerinden dünyaya getirildim.) [Buhari]

(Allahü teâlâ, İsmail evladından, Kinaneyi ve onun sülalesinden Kureyşi beğendi, seçti. Kureyş evladından da, Haşimoğullarını sevdi. Onlardan da, beni süzüp seçti.)
[Müslim]

(En iyi insanlardan vücuda geldim. Silsilem, en iyi insanlardır.)
[Tirmizi]

(Allahü teâlâ, Arabistan'daki seçilmişlerden beni seçti. Beni her zamandaki insanların en iyilerinde bulundurdu.)
[Taberani]

(Dedelerimin hiçbiri zina etmedi. En iyi babalardan, temiz analardan geldim. Dedelerimden birinin iki oğlu olsaydı, ben bunların, en iyisinde bulunurdum.)
[Mevahib]

(Hazret-i Âdem'den babama kadar hep nikahlı ana-babadan geldim. Ben ecdat olarak sizin en hayırlınızım.)
[Deylemi]

(Soy bakımından da insanların en şereflisiyim. Öğünmek için söylemiyorum.)
[Deylemi]
[Yani (Hakikati bildiriyorum, hakikati bildirmek vazifemdir, bunları söylemezsem vazifemi yapmamış olurum) demektir.]

Bu hadis-i şerifler ve Şuara suresindeki âyet-i kerime, Peygamber efendimizin bütün dedelerinin temiz bir mümin olduğunu göstermektedir. Kâfirler pis olduğuna göre, Hazret-i İbrahim'in babasının kâfir olması mümkün değildir.

Molla Cami hazretleri buyuruyor ki:
(Muhammed aleyhisselamın zerresini taşıdığı için, Hazret-i Âdem'in alnında nur parlıyordu. Bu zerre, Hazret-i Havva'ya ve ondan Hazret-i Şit'e ve böylece temiz erkeklerden temiz kadınlara ve temiz kadınlardan temiz erkeklere geçti. O nur da, zerre ile birlikte, alınlardan alınlara geçti.) [Şevahid]

Bu nur, kâfire geçmediği gibi, zina gibi bir günah işleyen mümine bile geçmiyordu. Bu bakımdan da Azer, Hazret-i İbrahim'in babası değildi. [Hazret-i İbrahim'in babasının ismi Taruh idi.]

Amcası ve üvey babası idi
Enam suresinin 74. âyetinde, (İbrahim, babası Azer'e dediği zaman...) buyuruluyor. Burada Azer kelimesi, baba kelimesinin atf-ı beyanı olduğu Beydavi tefsirinde yazılıdır. Bir kimsenin iki ismi olup, birlikte söylenince, birinin meşhur olmadığı, ikincinin meşhur olduğu anlaşılır. Meşhur olmayan birincisindeki kapalılığı açıklamak için ikincisi söylenir. Bu ikincisine atf-ı beyan denir.

Hazret-i İbrahim iki kimseye baba demektedir. Birisi kendi babası, diğeri de üvey babası ve amcası olan kimsedir. İcaz, belagat ve fesahat kaidelerine göre, âyet-i kerimenin manası, (İbrahim, ismi Azer olan babasına dediği zaman) demektir. Böyle olmasaydı, sadece (Azer'e dediği zaman) veya (Babasına dediği zaman) demek yetişirdi. Eğer Azer kendi öz babası olsaydı Babası kelimesi fazla olurdu. Türkçe'de bile (Babam Ali geliyor) denmez, (Babam geliyor) denir.

Kur'an-ı kerimde amcaya baba denilmektedir. Hazret-i İsmail, Hazret-i Yakub'un amcasıdır. Fakat Kur'an-ı kerimde (Amcan İsmail) denmiyor, (Baban İsmail) deniyor. Çocukları, Hazret-i Yakub'a (Babaların İbrahim ve İsmail ve İshak...) diyor. (Bekara 133) Yani, (Baban İbrahim, baban İsmail ve baban İshak) deniyor. Halbuki Hazret-i İsmail, Hazret-i Yakub'un babası değil, amcasıdır. Tefsirlerde, Kur'an-ı kerimde amcaya baba denildiği bildirilmektedir. Peygamber efendimizin yaşlı köylüye, amcaları olan Ebu Talib'e ve Hazret-i Abbas'a baba dediği, çeşitli muteber kitaplarda yazılıdır.

Yalnız Araplar değil, çeşitli milletlerde, amcaya, üvey babaya, kayınpedere ve yardımsever zatlara baba demek âdettir.

Türkiye'de de, insanlara iyilik eden, onları himayesine alan kimselere mecaz olarak, "Baba adam", "Fakir babası" dendiğini hepimiz biliriz. Yaşlı kimselere de hürmeten "Baba" denir.

Yaşlı kadınlara da "Ayşe ana", "Fatma ana" veya "Hacı anne" dendiği meşhurdur. Böyle söylemekle, yani baba demekle, o kimse bizim babamız olmadığı gibi anne dediğimiz kadın da annemiz olmaz. Bunlar hürmet için söylenir.

Yine yaşlı kimselere, bir akrabalığımız olmadığı halde, "Amca, dede", yaşlı kadınlara da, "Teyze, nine" deriz. Bunlar bir saygı ifadesidir.

Bu bakımdan Hazret-i Yakub'un öz babası Hazret-i İshak iken, Kur'an-ı kerimde, Hazret-i Yakub'a hitaben (Baban İsmail) buyurulmuştur.
[İmam-ı Süyuti hazretleri, Kitabüd-derc-il-münife kitabında Azer'in Hazret-i İbrahim'in amcası olduğunu vesikalarla ispat etmektedir.]

Bütün Peygamberler Müslüman idi
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar bozmadan önce, amele ait hükümler hariç, inanılacak şeylerde hepsi aynı idi. Bütün Peygamberler Müslüman idi. Mesela Yahudi ve Hıristiyanların bizim Peygamberimiz dedikleri nebiler için Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O Allah'ı tanıyan doğru bir Müslümandı.) [Al-i İmran 67]

(İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve torunları
[Müslümandır], onların Yahudi veya Hıristiyan olduğunu söyleyenlere de ki, siz mi iyi bilirsiniz, yoksa Allah mı? Allah'ın bildirdiğini gizleyenden daha zalim kim olabilir.) [Bekara 140]

Hazret-i Âdem'den başlayarak, gelen bütün hak dinler, Hazret-i Musa'dan Peygamberimiz Muhammed aleyhisselama kadar gelen 3 din, [Musevilik, İsevilik ve İslamiyet] Allah'ın bir ve Peygamberlerinin de birer insan olduğunu bildirmiştir. Ancak Yahudiler, Hazret-i İsa'ya inanmadılar. Hıristiyanlar da putlara tapınmaktan kurtulamadı. Hazret-i İsa, (Ben de sizin gibi bir insanım. Allah'ın oğlu değilim, Onun oğlu kızı yok) dediyse de, Baba, Oğul ve kutsal ruh ismi ile 3 ayrı ilaha tapındılar.

Hazret-i Hud, Ad; Hazret-i Salih, Semud kavmine; Hazret-i Musa, Beni İsrail'e gönderilmişti. Harun, Davud, Süleyman, Zekeriya ve Yahya "aleyhimüsselam" da, yine Beni İsrail'e gönderilmiştir. Fakat, bunların ayrı dini olmayıp, Beni İsrail'i, Hazret-i Musa'nın dinine davet etmişlerdi. Hazret-i Davud'a inen Zebur'da emir ve yasakları bildiren hükümler yoktu. Vaaz ve nasihat dolu idi. Tevrat'ı nesh etmedi, yani, yürürlükten kaldırmadı, onu kuvvetlendirdi. Bunun için Hazret-i Musa'nın dini devam etti. Fakat zamanla Yahudiler Tevrat'ta değişiklik yaptılar, Musevilik bozuldu. Hazret-i İsa gelince, bunun dini, Hazret-i Musa'nın dinini nesh etti. Yani Tevrat'ın hükmü kalmadı ve bundan sonra, Hazret-i Musa'nın dinindeki bozulmayan hükümlerine de uymak caiz olmadı. Hazret-i İsa'nın dinine uymak lazım oldu. Fakat, Yahudilerin çoğu, "Biz Tevrat'a uyarız" diyerek Hazret-i İsa'ya iman etmedi. Bozulan Yahudilikte kaldılar.

Hazret-i İsa, Beyt-ül-lahmde doğdu. Sonra Mısıra gidip, daha sonra da. Nasıra'ya yerleşti. Burada 30 yaşında nebi oldu. Bunun için, Hazret-i İsa'ya iman edene Nasrani ve hepsine Nasara denir.

Yahudiler, Hazret-i Musa'nın dinine uyuyoruz, Tevrat ve Zebur okuyoruz diyor. Nasara da Hazret-i İsa'nın dinine uyuyoruz, İncil okuyoruz diyor. Halbuki, bütün cihana gönderilen Muhammed aleyhisselamın dini yani İslamiyet, daha önce gelmiş bütün dinleri nesh etmiştir. Sadece bozulan kısımları değil, bozulmayan kısımları da yürürlükten kaldırmıştır. İslam dininin hükmü kıyamete kadar süreceğinden, başka bir dinde bulunmak caiz olmaz. Çünkü Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:

(Allah indinde hak din ancak İslam'dır.) [Al-i İmran19]

(Sizin için din olarak İslam'ı beğendim.)
[Maide 3]

(İslam'dan başka din arayanın bulacağı din asla kabul edilmez.)
[Al-i İmran85]

Peygamber efendimizden sonra, hiç Peygamber gelmeyecektir. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:
(Muhammed aleyhisselam, Allah'ın Resulü ve Peygamberlerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

Hazret-i Nuh ve Tufan

Sual: Nuh aleyhisselama ikinci baba denilmesinin sebebi nedir?
CEVAP
Nuh aleyhisselam zamanında Tufan olup, bütün dünyayı su kapladı. Yeryüzünde bulunan insanların ve hayvanların hepsi boğuldu. Fakat, Nuh aleyhisselam ile gemide bulunan müminler kurtuldu. Nuh aleyhisselam gemiye binerken, her hayvandan birer çift almış olduğundan, hayvanlar da, bunlardan üredi.

Nuh aleyhisselamın gemide üç oğlu vardı: Sam, Yafes ve Ham. Şimdi yer yüzünde bulunan insanlar, bu üçünün soyundandır. Bunun için, Nuh aleyhisselama ikinci baba denir.

Sual: Nuh aleyhisselamın kıssasını anlatır mısınız?
CEVAP
Hud
suresindeki Hazret-i Nuh'un kıssasının özeti şöyle:
Hazret-i Nuh kavmine dedi ki :
- Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım; Allah'tan başkasına kulluk etmeyin!

İnkârcıların ileri gelenleri dediler ki:
- Sen de bizim gibi bir insansın. Senin bizden bir üstünlüğün yoktur. Sen yalan söylüyorsun. Sonra sana uyanlar alt tabaka insanlardır.
- Ey kavmim! Rabbim bana Peygamberlik vermişse, ne diyeceksiniz?

- Hayır yâ Nuh, sen, bizimle mücadelede çok ileri gittin. Peygamber isen, sözün doğru ise, artık tehdit ettiğin azabı getir!
- Allah dilerse bela getirir. O, bela göndermekten aciz değildir.

Allahü teâlâ, Hazret-i Nuh'a, bir gemi yapmasını emredip, (Sana inananlardan başkası suda boğulacaktır) buyurdu. Denizden uzak, kırsal bir yerde, gemiyi yaparken, inkârcıların ileri gelenleri, yanına uğradıkça onunla alay ederlerdi. Gemi üç kat olarak yapıldı. Üst kata inananlar, ikinci kata evcil hayvanlar, alt kata ise vahşi hayvanlar kondu.

Allah'ın emri geldi. Buharlı gemi çalışmaya başlayınca, yarısı erkek, yarısı kadın olmak üzere 72 mümin ile, her cinsten birer çift hayvan gemiye alındı. Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Hazret-i Nuh, dağa tırmanan oğlu Kenan'a dedi ki:
- Ey oğulcuğum, bizimle beraber gel, kâfirlerden olma!
- Dağa çıkar, sudan kurtulurum.
- Bugün mümin olmayan kurtulamaz.

Aralarına dalga girdi, oğlu da boğuldu.
Altı ay kadar su üstünde kaldıktan sonra, yere, "Suyunu yut" göğe de, "Suyunu tut" denildi. Sular çekildi; gemi de Cudi dağının üzerine yerleşti. [Nuh aleyhisselam, 40 yaşında peygamber oldu. 950 yıl kavmine nasihat etti. Tufandan sonra da 50 yıl yaşadı.]

Hazret-i Nuh
dedi ki:
- Ya Rabbi, benim ailemden olanları kurtaracaktın. Senin vaadin haktır. Vaadinden dönmezsin. Benim oğlum suda boğuldu.
- Ey Nuh! O oğlun, kötü bir iş işlediği için, senin ailenden sayılmaz. Ailenden olanları kurtardım.

Görüldüğü gibi, bir müslümanın dinsiz oğlu, onun ailesinden sayılmıyor. Dinsize miras da düşmez. Müslüman evladı olduğu halde, farzlara, mesela namaza önem vermeyen, günah işleyince pişman olmayan mürted olur, müslümandan miras alamaz. Babası sahip çıkmayan veled-i zina, babasına vâris olamaz. (Redd-ül-muhtar)

Hazret-i Nuh'un gemisi
Sual:
Nuh'un gemisine, 6 milyon hayvan türü, her türden de birer çift nasıl sığdı?
CEVAP
Bu hayvan türleri içinde, bit, pire, sinek gibi küçük hayvanlar çoğunluktaydı. Büyük hayvanlar bildiğimiz hayvanlardır. Onların sayısı da yüzü geçmez. Gemi çok büyüktü, aylarca, hatta yıllarca imal edildi. 6 değil, 12 milyon hayvan türünü bile içine alacak kapasitedeydi. Allahü teâlânın kudretinden şüphe edilemez.

Sual: Tufandan sonra, bütün insanlar sadece Hazret-i Nuh'un çocuklarından mı meydana geldi?
CEVAP
Evet, sadece Hazret-i Nuh'un çocuklarından meydana geldi.

Hazret-i Âdem ve Kan Grupları

Sual: Bir yazar, (Kur'anda bütün insanların Âdem ile Havva'dan yaratıldığı şeklinde bir söylem yoktur. Allah, ilk hücreyi yaratıp bütün canlıları bu hücreden yaratmıştır. Değişik kıtalarda insanların evrimleşerek yaratılış aşamalarına gelindiğinde Allah, kudreti ile çeşitli insanlar yaratmış olabilir. Bir tek ana babadan gelindi denirse, kan gruplarının ve deri renklerinin farklılığı izah edilemez. Hiç iki kişiden dört kan grubu meydana çıkar mı? İki insandan siyah, beyaz, sarı renkli çocuklar olur mu? Âyetlerde, insanın aşamalardan geçip evrimleşerek yaratıldığı bildirilmektedir) diyerek hem insanoğlunun Hazret-i Âdem'den geldiğini inkâr etmekte, hem de evrimden söz etmektedir. Bu iddiaya nasıl bir cevap verilebilir?
CEVAP
Bu kimselere göre, sanki Peygamber efendimiz hiç dünyaya gelmedi, hiçbir âyeti açıklamadı. Kasten Resulullahın açıklamalarına hiç yer verilmemektedir. Sanki bu dinin sahibi, peygamberi yok. Her kafadan bir sesin çıkması normal mi? Ne diye Resulullahın açıklaması ve vârisleri olan müfessir âlimlerin nakli alınmaz ki? Şimdi Kur'an-ı kerime bakalım:

(Sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini var eden, ikisinden de birçok erkek ve kadın yaratan Rabbinizden korkun.)
[Nisa 1]

(Sizi bir tek candan
[Âdem'den], ondan da eşini [Havva'yı] yaratan Allah'tır.) [Araf 189]

(Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.)
[Hucurat 13]

(Allah, birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kıldı.)
[Âl-i İmran 33]

(Ey Âdemoğulları, şeytan, ana-babanızı
, Cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldatmasın.) [Araf 27] [İlk ana babamızın Hazret-i Âdem ile Hazret-i Havva olduğunu kâfirler dahil herkes bilir.]

(Rabbin, Âdemoğullarının neslinden soyunu çıkardı.)
[Araf 172]

(Allah indinde İsa'nın durumu, Âdem'in durumu gibidir. Allah onu
[Âdem'i] topraktan yarattı. Sonra ona ol dedi ve oluverdi.) [Âl-i İmran 59]

Allahü teâlâ, insanlara hitap ederken buyuruyor ki: (Ya benî Âdem'e = Ey Âdemoğulları) [Araf 26, 27, 31, 35, 172] (Bu âyetler de herkesin Hazret-i Âdem'in neslinden geldiğini göstermektedir.)

(Velekad keremnâ benî Âdem'e =
Âdemoğullarını şerefli kıldık) [İsra 70] Bu âyet de, insanların Hazret-i Âdem'den geldiğini göstermektedir.

İlk insan çamurdan, nesli, nutfeden yaratıldı; nutfe, çeşitli devrelerden sonra et, kemik ve insan haline geldi. (Müminun 12-14, Secde 7-9, Hac 5, Mümin 67) Yazar, bu devrelere, evrim aşaması diyor.

Şimdi de kan gruplarına gelelim:
Yazar biyoloji bilmeyebilir. Ama bilen birisine soramaz mıydı? Sordu da kasten mi yanlış yazıyor? Biyologlar diyor ki:

Çocuğun kan grubu ana-babasına benzemeyebilir: Çocuğun kan grubu, baba veya anasınınkine benzer. Bazen her ikisine de benzer veya her ikisine de benzemez. Eğer çocuğun kan grubu, ana-babasının kan grubundan başka türlü olmasaydı, yeryüzünde yalnız iki çeşit kan grubu bulunurdu. Çünkü bütün insanlar, bir erkekle bir kadından meydana gelmişlerdir.

Âdem aleyhisselamın kan grubu (A), Hazret-i Havva validemizin kan grubu (B) veya tersi ise; (A) grubunda, (B) grubunda ve (AB) grubunda çocukları olacağı gibi, 0 (Sıfır) grubunda da çocukları olabilir. Çünkü A ve B kan grupları ya saf (homozigot-AA veya BB) veya melez (heterozigot -A0 veya B0) olur.

Saf A ve saf B kan gruplu anne babanın çocukları her zaman saf A ve saf B şeklinde olur. Hazret-i Âdem aleyhisselam ve Hazret-i Havva validemizin kan grupları saf A ve saf B olsaydı bütün insanların kan grupları yalnız A , B veya AB şeklinde olurdu. Fakat kan grupları melez (AO ve B0) olduğu takdirde şimdiki gibi her çeşit (A,B,AB,0) kan gruplu insanlar olurdu. Çünkü heterozigot (melez) A ve B kan gruplarının genotip yapısının yarısı 0 (Sıfır) geni taşır. Yani A�nın genetik yapısı A0 ve B�nin ki B0 şeklindedir. Rh faktörüne göre de (Rh+) ve (Rh-) olmak üzere iki tip kan grubu mevcuttur. (Rh+) de saf (RhRh) veya melez (Rhrh) şeklindedir. (Rh-) ise daima saf (rhrh) halde bulunur.

Melez (Rh+) anne babanın çocukları hem (Rh+) hem de (Rh-) doğabilir. O halde melez (Rh+) ve melez (A) ve melez (B) kan gruplu anne babadan; (Rh+), (Rh-), (A), (B), (AB), (0) kan gruplu çocuklar doğabilir. Hazret-i Âdem ve Hazret-i Havva validemizin kan grupları (Rh+), (A), (B) olduğu takdirde de günümüzdeki gibi her çeşit kan grubu ortaya çıkabilir. Yani birinin (Rh+), diğerinin (Rh-) olmasına lüzum yoktur.

Önceki yıllarda ÖSS Biyoloji sorularından birinde hangi anne-babanın kan grubundan her çeşit kan grubu çocukları doğabilir şeklinde bir soru çıkmıştı. Bugün adli tıpta da, babalık tespitinde de kan grupları önemli rol oynamaktadır.

Hamilelik, lohusalık, narkoz, radyoterapi ve arsenikli ilaçlar bazen kan grubunu değiştirir. Bir insanın kan grubu değişince anasının da, babasının da kan grubuna benzemeyebilir. Bu bakımdan da aynı anne-babadan meydana gelen çocukların kan grupları iki çeşit değildir. Kan grupları sistemler şeklinde incelenmektedir. Mesela, AB0, Rh sistemi gibi başka kan grubu sistemleri de bilinmektedir. Daha başka bilinmeyenlerin de bulunduğu söylenmektedir. Her kan grubu sistemi, diğer sistemlerden müstakil olarak çalışmaktadır. Tıbbi tatbikatta, yani hastalık ve tedaviyi ilgilendiren kan grubu uyuşmazlıklarında herkesin bildiği yukarıdaki AB0 ve Rh sistemleri önemlidir.

Dört çeşit kan grubu
AB0
sisteminde dört çeşit kan grubu vardır:

1- Sıfır (0)
grubunda, kişiler 0 ve 0 genlerini (00) taşır ve homozigottur. (İki geni aynı).

2- A
grubundakinin genleri, A ve 0'dır (A0) (Heterozigot = iki geni farklı = melez),
veya A ve A'dır (AA) (Homozigot = saf).

3- B
grubundakiler, ya B ve B'dir (BB) (Homozigot) veya B ve 0'dır (B0) (Heterozigot).

4- AB
grubundakinin genleri ise, A ve B'dir (AB) (Heterozigot).

Mesela, A grubundaki heterozigot (A0) bir erkeğin toplam sperm sayısının yarısı A, yarısı da 0 genini taşır. Mesela 500 adet sperminin 250 adeti (A), diğer 250 adeti ise (0) genini taşır. B grubundaki heterozigot (B0) bir dişinin toplam yumurta sayısının yarısı B, yarısı da 0 genini taşır. Bu vasfa hâiz kimseler, evlendiklerinde, ABO sisteminin dört grubunda da, yani A, B, AB, 0 gruplarında da çocukları olabilir.

Bunu açıklayalım:
1- Birinin A genini taşıyan yumurta veya sperm, diğerinin 0 genini taşıyan üreme elemanı ile bir embriyon yaparsa bundan A grubunda (A0) çocuk olur.

2- B geni 0 ile birleşince B grubunda (B0),

3- A geni B geni ile birleşince AB grubunda,

4- 0 geni 0 geni ile birleşince 0 grubunda (00) çocuk veya çocuklar olur.

Rh sisteminde de Rh (+) olan bir kimse, heterozigot ise, yani genlerinden biri (+), diğeri (-) ise, kan grubu Rh (-) olan biri ile evlenince, çocukların kan grubu Rh (+) da olabilir, Rh (-) de olabilir. Heterozigot Rh (+) iki birey evlendiklerinde de hem Rh (+) hem de Rh (-) çocukları olabilir.

Yukarıdaki sistemde genlerin A, B ve (+) genleri, 0 ve (-) genlere karşı baskın (dominant) olup, onların özelliklerini örter (yani gizler).

Diğer kan grubu sistemlerinde de durum böyledir.

İlk İnsan ve İlk Peygamber

Sual: (Âdem ve Havva ilk insan değildir. Biz, başka mahlûklardan türedik) diyenler çıkıyor. Bu sözün ilmi bir değeri var mıdır?
CEVAP
Bu söz; akılla, mantıkla, ilimle bağdaşmaz. Herkes Hazret-i Âdem'in neslinden gelmiştir. Kur'an-ı kerimde, Allahü teâlâ, insanlara hitap ederken, (Ya beni Âdem'e = Ey Âdemoğulları) buyuruyor. [Araf 26, 27, 31, 35, Yasin 60]

Bu husustaki âyet-i kerime mealleri şöyledir:
(Rabbin, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman, melekler, "Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kimseler yaratacaksın?" dediler. "Ben sizin bilmediklerinizi bilirim" buyurdu. Âdem'e bütün eşyaların isimlerini [neye yaradıklarını, ilmini, sanatını] öğretti, sonra meleklere, "Siz de biliyorsanız söyleyin" buyurdu. Melekler, "Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur" dediler. Âdem'e, "Her şeyin ismini [ne işe yaradığını] söyle buyurdu. Âdem de, hepsini söyleyince, Rabbin, "Ben göklerde ve yerde, görülmeyen, gizli açık her şeyi bilirim demedim mi" buyurdu.) [Bekara 30-33]

(Ey Âdemoğulları, şeytan, ana-babanızı
[Hazret-i Havva ile Hazret-i Âdem'i], Cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldatmasın.) [Araf 27]

(Rabbin, Âdemoğullarının
[Âdem'in] sulbünden neslini devam ettirmiştir.) [Araf 172]

(Sizi bir tek nefisten, candan
[Âdem aleyhisselamdan], ondan da eşini [Havva validemizi] yaratan Allah'tır.) [Araf 189, Zümer 6]

İnsanlar bir kişiden, Hazret-i Âdem'den yaratılmıştır. (Nisa 1, Enam 98)

İlk insan topraktan, nesli nutfeden yaratıldı. (Fatır 11, Hac 5, Kehf 37, Mümin 67)

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafından alınan topraklardan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi de temiz oldu.) [Ebu Davud]

(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yarattıktan sonra, "Git şu meleklere selam ver. İşte senin ve neslinin selamlaşması böyle olacaktır" buyurdu.)
[Buhari]

(Allahü teâlâ, Cehennemdeki azabı en hafif olana "Dünyadaki her şey senin olsaydı, Cehennemden kurtulmak için onları feda eder miydin?" buyurur. O da "Evet" der. "Sen Âdem'in sulbünde iken, çok az şey istedim, şirk etme dedim. Ama sen şirk ettin" buyurur.)
[Hâkim]

(Hazret-i Âdem'e kadar olan soyumda, zina eden hiç kimse yoktur. Hepsi temizdir.)
[İbni Sa'd]

(Hazret-i Âdem'den babama kadar hep nikâhlı ana-babadan geldim.) [Deylemi]

(Yecüc ve Mecüc de, Âdem aleyhisselamın sulbündendir.)
[Beyheki]

(Hepiniz Âdem aleyhisselamın çocuklarısınız.) [Bezzar]

Bu delillerden sonra, (Biz Âdem'den değil, maymundan, başka mahlûktan geldik) diyerek insanlığı hazmedemeyene, gözü hayvanlıkta olana, kim, ne anlatabilir ki?

Sual: Âdem, İdris ve Şit aleyhimüsselamın peygamberliklerinde şüphe var mı?
CEVAP
Hayır yoktur. İdris aleyhisselam, Şit aleyhisselamın torunlarındandır. Hazret-i Şit, Hazret-i Âdem'in oğludur. Şit aleyhisselamın Peygamber olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Diğer ikisinin Kur'an-ı kerimde Peygamber olarak isimleri geçmektedir. Bunları inkâr, Kur'an-ı kerimi inkâr olur. Kur'an-ı kerim tevili imkansız bir şekilde şöyle bildiriyor:
(İdris de pek doğru bir insan, bir Peygamberdi.) [Meryem 56]

Her âyeti inkâr gibi, bu âyeti de inkâr küfürdür. Hazret-i İdris'in Peygamber olduğu hadis-i şerif ile de sabittir. Bu husustaki iki hadis-i şerif meali:
(Miracta, ikinci göğe vardık. Cibril, bekçisine "Kapıyı aç" dedi. Melek Ona dünya semasının bekçisininkine benzer sorular sordu. Hazret-i İdris'e uğradığımda bana şöyle dedi: "Merhaba ey salih Peygamber ve salih kardeş." Ben "Bu kim?" diye sordum. Cebrail, "Bu İdris Peygamberdir" dedi.) [Buhari, Müslim, İ. Ahmed]

(Resullerin ilki Âdem, sonuncusu ise Muhammed'dir. İsrail oğullarının nebilerinin ilki Musa ve sonuncusu İsa'dır. Kalem ile yazan ilk Peygamber ise İdris'tir.)
[Hakim-i Tirmizi]

Âdem aleyhisselamın ilk insan ve ilk Peygamber olduğu da bütün kitaplarda yazılıdır. Kur'an-ı kerimde de mealen buyuruluyor ki:
(Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini [Peygamber] seçip âlemlere üstün kıldı.) [Al-i imran 33]

(İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerden Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte
[gemide] taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.) [Meryem 58]

Âdem aleyhisselamın ilk Peygamber olduğunu bildiren bir hadis-i şerif de şöyledir:
(Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselamdır.) [Taberani]

İmam-ı A'zam hazretleri de buyuruyor ki:
Peygamberlerin ilki Âdem aleyhisselam, sonuncusu Muhammed aleyhisselamdır. (Fıkh-ı ekber)

Hazret-i Âdem'in üstünlüğü
Sual:
İki âyet meali şöyledir:
(Nebilerden [Yalnız Allah'a kulluk ve ümmetlerini buna davet edeceklerine dair] söz almıştık. Senden, Nuh, İbrahim, Musa ve Meryem oğlu İsa'dan misak [sözüne sâdık olan o resullerden, ahitlerinde duracaklarına dair sağlam söz] aldık.) [Ahzab 7]

(O, Dîni doğru tutun [Allah'ı bir tanıyın, ona itaat edin, peygamberlerine, kitaplarına, âhiret gününe inanın, mümin ve Müslüman olun], ayrılığa düşmeyin diye dinden [iman esaslarından] Nuh'a emrettiğini sana da [senin ümmetine de] din olarak emretti. İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya vahyedilenleri, sizin için de din kıldı.) [Şura 13]

Bu âyetler, bu beş peygambere gelen dinin aynı olduğunu ve ülülazm peygamberlerin beş olduğunu, Hazret-i Âdem'in ülülazm peygamber olmadığını göstermiyor mu?
CEVAP
Hayır. Sadece iki âyet alınmaz. Bir âyet, başka âyetlerle açıklanabilir. Bu âyetler, her peygamberin getirdiği dinin, iman esasları yönünden aynı olduğunu gösteriyor. Yani, diğer dinler kötü insanlar tarafından bozulmadan önce Âmentü'nün esasları bütün dinlerde aynı idi. Seçilmişlerden olan Hazret-i Âdem ile ilgili üç âyet-i kerime meali:
(Allah, Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ve İmran ailesini âlemlere seçkin kıldı.) [Al-i İmran 33]

(Âdem'e bütün isimleri öğretti, sonra eşyayı meleklere gösterdi. "Eğer sözünüzde samimi iseniz bunların isimlerini bana söyleyin" dedi.)
[Bekara 31]

(Sizi yarattık, sonra şekil verdik, sonra meleklere, "Âdem'e secde edin" dedik; İblis'ten başka hepsi secde etti, o secde edenlerden olmadı.) [Araf 11]

Bu âyetlerde, Hazret-i Âdem'in âlemlere tercih edilenler arasında, meleklerden daha üstün olduğu, Meleklerin kendisine secde ettiği ve eşyanın mahiyetini bildiği açıklanıyor. Kur'an-ı kerimde, Peygamber gönderilmeyen kavme azap yapılmayacağı ve Hazret-i Âdem'in oğlu Kabil'in cehennemlik olduğu bildiriliyor. Bu âyetler de Hazret-i Âdem'in peygamber olduğunu göstermektedir.

Hazret-i Âdem ile ilgili birkaç hadis-i şerif meali:
(Resullerin ilki Âdem ve sonuncusu Muhammed'dir. Beni İsrail nebilerinin ilki Musa ve sonuncusu İsa'dır.) [Hakîm-i Tirmizi]

(Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir nebidir.) [Hâkim, Beyheki]

(Allahü teâlâ, Âdem'i kudret eliyle Cuma günü yaratıp ruhundan nefhetti.) [Müslim]

(Allahü teâlânın indinde günlerin seyyidi Cumadır, kurban ve Ramazan bayramı gününden de kıymetlidir. Cuma gününün beş hasletinden biri; Allah, Âdem'i Cuma günü yarattı. Dünyaya o gün indirildi, o gün vefat etti.) [Buhari, İ. Ahmed]

(Musa, "Ya Rabbi, Âdem sana nasıl şükretti?" dedi. Allahü teâlâ buyurdu ki: "Başına gelenin benden olduğunu bildi. Bu onun şükrü oldu.") [Hakîm-i Tirmizi]

(Allahü teâlâ Âdem'e her şeyin sanatını öğretti. Cennet meyvelerinden ona rızk verdi. Dünya meyveleri bozulur, Cennet meyveleri bozulmaz.) [Taberani]

(Her gün üç kere, "Selâvatullahi alâ Âdeme" diyenin bütün günahları affolur ve Cennette Âdem aleyhisselama arkadaş olur.) [Deylemi]

(Âdem ile Musa Rableri nezdinde münazara etti, Âdem Musa'ya galip geldi.) [Buhari, Müslim]

Hazret-i Âdem ülülazm bir peygamberdir. (İtikadname, Ahlak-i alai)

İlk peygamberi inkâr
Sual:
Bazıları Hazret-i Âdem'in ilk peygamber olduğunu inkâr ediyorlar. Oğlu Kabil'in cehennemlik olması, Hazret-i Âdem'in ilk Resul olduğunun başka bir delili değil midir?
CEVAP
Elbette öyledir. Allah'ın emrini kabul etmeyen Kabil'in, cehennemlik olması, babasının peygamber olduğunu göstermektedir. Çünkü Allahü teâlâ bir peygamber gönderip, dinini bildirmeden insanları mesul tutup, yaptıklarından dolayı cehenneme atmaz. Bir âyet meali:
(Biz,
[helal ve haramları bildiren] bir resul göndermeden önce azap etmeyiz.) [İsra 15]

Hazret-i Âdem gibi, İdris aleyhisselamın da peygamberliğini inkâr edenler var. Hazret-i İdris, Şit peygamberin torunlarından, kendisine 30 suhuf indirilen bir peygamberdir:
(İdris de doğru bir nebidir.) [Meryem 56]

Üç hadis-i şerif meali de şöyledir:

(Miracda, ikinci gökte iken Cebrail, "Bu İdris Peygamberdir" dedi.) [Buhari, Müslim]

(Resullerin ilki Âdem, sonuncusu Muhammed'dir. Kalemle yazan ilk nebi İdris'tir.)
[Hakîm]

(Nebilerin ilki Âdem aleyhisselamdır.)
[Taberani]

Hazret-i Âdem, ilk peygamberdir. İki âyet meali:

(Allah birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem'i, Nuh'u, İbrahim ailesi ile İmran ailesini [peygamber] seçip âlemlere üstün kıldı.) [Al-i İmran 33]

(İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği nebilerden Âdem'in soyundan, Nuh ile birlikte [gemide] taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail'in soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir.) [Meryem 58]

Resullerin ilki Âdem, sonuncusu Muhammed'dir [aleyhimesselam] (İmam-ı A'zam - Fıkh-ı ekber)

Kabil'in katil olması
Sual:
Hazret-i Âdem'in oğlu Kabil, niçin, kardeşi Habil'i öldürdü?
CEVAP
Hazret-i Havva bir kız, bir erkek doğururdu. Kabil ile doğan kız [Eklima] çok güzeldi. Kabil bu kardeşi ile evlenmek istedi. Hazret-i Âdem, (Allah'ın emri böyle. Sen kardeşin Eklima ile evlenemezsin. Eğer bana inanmazsan, Habil ile Allah'a birer kurban kesin, hanginizin kurbanı kabul olursa Eklima ile o evlenir. Sürü sahibi Habil, bir koç, çiftçi olan Kabil de, bir demet buğday başağı ortaya koydu. Kabul olan kurbanı gökten bir ateş inip yakardı. Gökten inen ateş, Habil'in kurbanını yaktı. Başak demetine bir şey olmadı. Kabil, buna kızıp, Habil'i öldürdü.

Bu olay Kur'an-ı kerimde mealen şöyle bildiriliyor:
(Onlara, Âdem'in iki oğlunun gerçek olan haberini anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de, birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. [Kurbanı kabul edilmeyen Kabil, kıskançlık yüzünden, kardeşi Habil'e], "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de dedi ki: "Allah ancak takvâ sahiplerinden kabul eder. Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan da ben öldürmek için sana el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. Sen, hem benim günahımı hem de [beni öldürmek, Allahü teâlâya ve babamıza isyan ederek işlediğin] kendi günahını yüklenip ateşe atılacaklardan olursun, zalimlerin cezası işte budur." Bunun üzerine, [Kabil, bir insan nasıl öldürülür bilmiyordu, ilk insan öldürülecekti. İblisin, bir kuşun başına taş vurarak öldürdüğünü görüp] nefsine uyup kardeşini [başına taş ile] öldürerek, hüsrana [cehenneme giderek büyük zarara] uğrayanlardan oldu. [Kabil, ölünün gömüleceğini bilmiyordu.] Allah, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini göstermek üzere, ona [ölü kargayı gömmek için] yeri eşeleyen bir karga gönderdi. [Kabil] "Bana yazıklar olsun! Kardeşimin ölüsünü gömmek için bu karga kadar olmaktan aciz kaldım" dedi.) [Maide 27-30]

Eski devirler
Sual: Eski devirdeki insanlara ne olmuş? Dinozorlar gibi güçlü ve dayanıklı hayvanların bile kurtulamadığı buzul çağından kurtulup nasıl nesillerini devam ettirmişler?
CEVAP
Herkes Âdem aleyhisselamdan geldiğine göre, demek ki kurtulup gelmiştir. Allah için bu zor değildir. Yoktan var eden, var olanı koruyamaz mı?

Korkunç kertenkele anlamına gelen dinozorlar hakkında kesin bilgiler yoktur. Neden nesillerinin tükendiği kesin bilinmemektedir. İnsanlar yaşayabilir de, hayvanların yaşayamayacağı bir ortam olabilir. Tahminler üzerine, yani hayali zemin üzerine bina kurulmaz.

NOT: İlk insanlar vahşi miydi, diller ve ırklar nasıl meydana çıktı? Bu konularda bilgi için buraya tıklayınız.

Rabbiniz değil miyim?
Sual:
(Allah bütün insanlara, ben sizin Rabbiniz değil miyim diye sorduğu zaman, kâfir olanlar evet demedi) deniyor. O zaman, hepsi evet dememiş miydi?
CEVAP
Evet, hepsi evet demişti. Bir ayet-i kerime meali şöyledir:
(Kıyamette, biz bundan habersizdik demeyesiniz diye, Rabbin Âdemoğullarının neslinden soyunu çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" [Onlar da,] "Evet, [buna] şahit olduk" dediler.) [Araf 172]

İmam-ı Gazali hazretleri de buyuruyor ki:
Allahü teâlâ, onlara, (Ben sizin Rabbiniz değil miyim?) buyurdu. Hepsi, (Rabbimizsin, biz buna şahidiz) dediler. Allahü teâlâ, melekleri ve Âdem aleyhisselamı da şahit tuttu ki, onlar Allahü teâlânın Rab olduğunu ikrar ettiler. (Kıyamet ve Ahiret)

Hazret-i Havva
Sual:
Bazı Hıristiyanlar, Hazret-i Âdem'in, Hazret-i Havva'dan önce başka bir eşi daha olduğunu söylüyorlar. Böyle bir şey olabilir mi?
CEVAP
Bu, evrimci Hıristiyanların uydurmasıdır. Tahrif edilmiş olan İncillerde bile, böyle uydurma şey yazılı değildir. Bazı evrimciler de, hiçbir vesikaya dayanmadan, maymun veya ayıdan türediklerini söylüyorlar. Hâlbuki Allahü teâlâ, bütün insanları Hazret-i Âdem'le eşi Hazret-i Havva'dan meydana getirdi. Kur'an-ı kerimde, bu husus açıkça bildirildi. Üç âyet-i kerime meali:

(Sizi bir tek candan yaratan, ondan da eşini var eden, ikisinden de, birçok erkek ve kadın yaratan Rabbinizden korkun.) [Nisa 1]

(Sizi bir tek candan [Âdem'den], ondan da eşini [Havva'yı] yaratan Allah'tır.) [Araf 189]

(Ey insanlar, sizi, bir erkekle bir kadından yarattık. Birbirinizle tanışmanız için milletlere ve kabilelere ayırdık.)
[Hucurat 13]

Ülülazm Peygamberler

Sual: Kelimullah ile kelimetullah aynı mıdır? Hazret-i İsa'ya niçin ruhullah denmiştir? Âdem safiyullah deniyor? Bunlar ne anlama geliyor?
CEVAP
Önce Ülülazm Peygamberlere verilen unvanları bildirelim:
Muhammed aleyhisselama Habibullah denir.
İbrahim aleyhisselama Halilullah denir.
Musa aleyhisselama Kelimullah denir.
İsa aleyhisselama Ruhullah denir. Kelimetullah da denir.
Âdem aleyhisselama Safiyullah denir.
Nuh aleyhisselama Neciyullah denir.

Bu altı Peygamber, diğer Peygamberlerden daha üstündür. Bunlara Ülülazm denir. Hepsinin üstünü Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselamdır.

Habibullah
, Allahü teâlânın sevgilisi demektir. Çünkü en çok Onu seviyordu. Kâinatı Onun için yarattı.

Kelimullah
, Allahü teâlânın kendisi ile konuştuğu kimse demektir. Kelim, kendisine söz söylenen, kendisiyle konuşulan demektir.

Kelimetullah
, Allahü teâlânın kelimesi demektir. Kelime, burada ruh anlamındadır, bir de hikmetli söz anlamındadır. İsa aleyhisselam için kullanılan ruhullah veya kelimetullah, Allah'ın ruhundan üfleyerek babasız meydana getirdiği kimse anlamındadır. Bir de Allah'ın hikmetli sözlerini bildiren, anlatan anlamındadır. Kelime ile kelim ifadesini karıştırmamalıdır.

Halilullah
, Allahü teâlânın dostu demektir. Çünkü bunun kalbinde, Allahü teâlânın sevgisinden başka, hiçbir mahlukun sevgisi yoktu.

Safiyullah
, Allahü teâlânın ihsanı ile seçilmiş olarak yaratılmış temiz kimse demektir.

Neciyullah
, hep Allahü teâlâ ile meşgul olan, ilahi feyizlerle sevinç bulan kimse demektir.

Peygamber efendimiz hariç diğerleri bir kavme bir millete gönderildi. Peygamber efendimiz ise bütün âlemlere gönderildi. Hepsi Onu ümmetine müjdeledi. Miracda hepsine imam olup namaz kıldırdı.

Diğer Peygamberler Şefaat Etmeyecekler mi?

Sual: Kıyamet ve Ahiret kitabında şöyle bir hadis-i şerif var:
"İnsanlar, kıyamette Âdem aleyhisselama gidip, derler ki:
(Sen aziz ve şerif bir Peygambersin ki, Allahü teâlâ seni yarattı. Melekleri sana secde ettirdi. Sana kendi ruhundan üfledi. Kaza ve hesaba başlaması için bize şefaat eyle ki, Allahü teâlâ ne murat ederse, onunla mahkûm olalım. Ve nereye emrederse, herkes oraya gitsin. Her şeyin hâkimi ve Maliki olan Allahü teâlâ, mahlûklarına dilediğini yapsın) diye yalvarırlar.
Âdem aleyhisselam buyurur ki:
(Ben Allahü teâlânın yasak ettiği ağacın meyvesinden yedim. Bu zamanda Allahü teâlâdan utanırım. Siz, Nuh aleyhisselama gidin.)
Bunun üzerine bin sene aralarında meşveret ederek dururlar. Sonra Nuh aleyhisselama gidip yalvararak derler ki:
(Biz hiç dayanılmayacak bir haldeyiz. Hesabımızın tez görülmesi için bize şefaat eyle! Şu mahşer cezasından kurtulalım.)
Nuh aleyhisselam onlara der ki:
(Ben Allahü teâlâya dua eyledim. Yeryüzünde ne kadar insan varsa, o dua sebebiyle boğuldu. Bunun için, Allahü teâlâdan utanırım. Siz, İbrahim aleyhisselama gidin ki, o Halilullahtır. Belki o size şefaat eder.)
Yine aralarında bin sene daha konuşurlar. Sonra, İbrahim aleyhisselama gelip derler ki:
(Ey Müslümanların babası! Sen o zatsın ki, Allahü teâlâ, seni kendine halil, dost eyledi. Bize şefaat eyle! Allahü teâlâ, mahlukat arasında, hükmünü versin.)
İbrahim aleyhisselam onlara der ki:
(Ben dünyada üç kere kinaye söyledim. Bunları söyleyerek din yolunda mücadele ettim. Şimdi Allahü teâlâdan bu makamda şefaat izni istemekten utanırım. Siz Musa aleyhisselama gidin. Zira Allahü teâlâ onunla konuştu ve kendisine manevi yakınlık gösterdi. O, sizin için şefaat eder.)
Yine bin sene birbirleriyle istişare ederler. Fakat bu zamanda halleri gayet güçleşir. Mahşer yeri ise, çok daralır. Sonra Musa aleyhisselama gelip, derler ki:
(Sen o zatsın ki, Allahü teâlâ seninle konuştu. Sana Tevrat'ı indirdi. Hesabın başlaması için bize şefaat eyle! Zira burada durmamız çok uzadı. İzdiham pek ziyadeleşti. Ayaklar birbirleri üzerine birikti).
Musa aleyhisselam onlara der ki:
(Ben, Allahü teâlâya, Firavun ailesinin senelerce hoşlanmayacakları şeylerle cezalandırılması için dua ettim. Sonra gelenlere ibret olmalarını rica eyledim. Şimdi şefaat etmeye utanırım. Siz İsa aleyhisselama gidin. Size O şefaat eder.)
Yine aralarında bin sene müşavere ederler. Gittikçe sıkıntıları daha çoğalır. Sonra İsa aleyhisselama gelip derler ki:
(Sen Allahü teâlânın ruhu ve kelimesisin, Allahü teâlâ, dünyada ve ahirette kıymetli bir zat olduğunu bildirdi. Bize Rabbinden şefaat eyle!)
İsa aleyhisselam buyurur ki:
(Benim kavmim, beni ve annemi Allah'tan başka ilah ittihaz eylediler. Nasıl şefaat ederim ki, bana da ibadet ettiler. Ve bana oğul ve Allahü teâlâya baba ismini verdiler. Fakat, siz gördünüz mü ki, birinizin kesesi olsun da, içinde nafakası olmasın. Ve ağzı da mühürlü olsun. O mührü bozmadan o nafakaya vasıl olsun. Peygamberlerin en üstünü ve sonuncusu Muhammed aleyhisselama gidin. Zira O, davetini ve şefaatini ümmeti için hazırladı.)
İsa aleyhisselam, Peygamberimizin daha birçok faziletini anlatır, hepsi Muhammed aleyhisselama bir an önce kavuşmak ister. Hemen Muhammed aleyhisselama gelip, derler ki:
(Sen Habibullahsın! Habib ise, vasıtaların en faydalısıdır. Bize Rabbinden şefaat eyle! Zira Peygamberlerin birincisi olan Âdem aleyhisselama gittik. Bizi Nuh aleyhisselama gönderdi. Nuh aleyhisselama gittik. İbrahim aleyhisselama gönderdi. İbrahim aleyhisselama gittik. Musa aleyhisselama gönderdi. Musa aleyhisselama gittik. İsa aleyhisselama gönderdi. İsa aleyhisselam ise, size gönderdi. Ya Resulallah, senden sonra gidecek bir yerimiz kalmadı.)
Resulullah efendimiz, (Allahü teâlâ izin verir ve razı olursa, şefaat ederim) buyurup, Allahü teâlânın izni ile şefaat eder."
Bu duruma göre, Peygamberimiz hariç, diğer Peygamberler şefaat edemeyecek mi?
CEVAP
Peygamberlerin hepsi şefaat edecektir. Yukarıda bildirilen ilk şefaat etme durumuyla ilgilidir. Peygamber efendimizden önce hiçbir Peygamber şefaat etmeyecektir, bu bildiriliyor. Peygamber efendimizin şefaatinden sonra bütün Peygamberler şefaat edecektir. Peygamberlerden başka, melekler, Kur'an-ı kerim, mezhep imamları, âlimler, salihler, evliya, şehitler, akrabalar, din kardeşlerimiz, hacılar ve daha başkaları şefaat edecektir.

Peygamber efendimizin şefaati şöyle olacak:
1- Mahşerde beklemek azabından kurtaracaktır.
2- Çok kimseyi, sorgusuz, sualsiz Cennete sokacaktır.
3- Azap çekmesi gereken müminleri azaptan kurtaracaktır.
4- Günahı çok olan müminleri Cehennemden çıkaracaktır.
5- Sevapla günahı eşit olup, Araf'ta bekleyenlerin Cennete gitmelerine şefaat edecektir.
6- Cennete girmiş olanların derecelerinin yükselmesine şefaat edecektir.

Şefaat ile hesaptan kurtardığı yetmiş bin kimsenin her birinin şefaatleri ile de, yetmişer bin kişi sorgusuz, sualsiz Cennete girecektir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Kıyamette ilk şefaat eden ben olacağım.) [Müslim]

(Bütün Peygamberler şefaat edecektir.) [Buhari]

(Kıyamette Peygamberler, sona âlimler ve şehidler şefaat eder.)
[İbni Mace, Deylemi]

(Kıyamette Âdem aleyhisselamı bir milyar insana şefaat eder.)
[Taberani]

(Akraba, emanete riayet eden, Peygamberiniz ve din kardeşleriniz şefaat eder.) [Deylemi]

(Yemin ederim ki,
[Hazret-i] Osman, 70 bin kişiye şefaat edip, Cehenneme gitmekten kurtarır.) [İ. Asakir]

(Kıyamette abid Cennete girer, âlim ise halka şefaat için bekler.)
[İ Maverdi]

(İmamlarınız şefaatçilerinizdir.) [Dare kutni]

(Hacı, yakınlarından 400 kişiye şefaat eder.) [Ramuz]

(Allah indinde Kur'andan daha üstün şefaatçi yoktur. Ne Peygamber, ne melek, ne de başkası.)
[Taberani]

(Kur'an okuyun! Çünkü kıyamette şefaat eder.)
[Müslim]

(Kur'an-ı kerim, okuyanlarına, ya şefaat edecek veya düşman olacaktır.) [Müslim]

(Kıyamette Allahü teâlâ, "Melekler, Peygamberler ve salihler şefaatlerini yaptılar. Bundan sonra benim büyük rahmetim kaldı" buyurur.)
[Buhari]

Görüldüğü gibi Peygamberler de şefaat edecektir. Ancak şefaatler farklıdır. Akrabamızın veya bir hacının şefaati Peygamberlerinki gibi şümullü olmaz. Peygamberlerin şefaati de Peygamber efendimizin şefaati gibi olmaz. Hepsi derece derecedir. Bu bakımdan bahsettiğiniz hadis-i şerif, yukarıdakilere zıt değildir.

Nebi ve Resul Nedir?

Sual: Bazıları hocalarını Resul yani Peygamber olarak gösterebilmek için, "Kitap gönderilen peygambere Nebi, Kitap gönderilmeyen peygambere Resul denir" diyorlar. Peygamberlik son bulmadı mı? Bizim Peygamberimiz son Peygamber değil mi?
CEVAP
Müslümanlıkla ilgisi olmayan böyle iddialar, dinimizi içten yıkmak isteyen din düşmanlarının taktik ve hilelerindendir. Bunlar, Yalnız Kur'an diyerek, âyetleri kendi kafalarına göre yorumlayıp, Resulullahın açıklamalarına hiç itibar etmezler. Hadis-i şeriflerin hepsine de uydurma derler.

Kitap gönderilen peygambere Resul denir. Nebi, kendinden önce gelen Resulün dinini tebliğ eden peygamberdir. Yeni din getirmeyip, önceki dine davet eden peygamberlere Nebi denir. Her resul, nebidir; fakat her nebi resul değildir. Peygamber Fars'çadır, resul veya nebi anlamında kullanılır. Kur'an-ı kerimin bir çok yerinde Peygamber efendimize Resul deniyor, bazen Nebi diye de geçiyor. Nebi denmesi Resul olmasına mani değildir. Yani bir resule nebi denmesi onun resul olmadığını göstermez. Genel kurmay başkanına bazen general, subay veya asker denmesine benzer.

Emirleri tebliğ etmekte ve insanları, Allahü teâlânın dinine çağırmakta, Resul ile Nebi arasında bir ayrılık yoktur. Ankebut suresinin, (Ona [İbrahim'e İsmail'den sonra] İshak ve Yakub'u da bağışladık. Nebiliği ve kitapları [Tevrat'ı, İncil'i, Zebur'u, Kur'anı], onun soyundan gelenlere verdik) mealindeki 27. âyetinde, İbrahim aleyhisselamın soyundan gelenlere nebilik verildiği gibi kitap verilen resuller de vardır. (Beydavi, Medarik, Celaleyn)

Kitap sahibi resullerden örnek verelim. Hazret-i Musa resul idi. İşte âyet-i kerime mealleri:
(Musa, «Ey Firavun, elbette ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir resulüm» dedi.) [Araf 104] (Sırf bu âyet bile, onların yalanını çıkarmaya yeter. Hazret-i Musa'ya Tevrat indi, yani kitap gönderildi. Bunun için kendisine resul deniyor. Peygamber efendimize de kitap gönderildiği için bir çok âyette resul deniyor. Resul denilince nebi de içine girdiği için daha çok resul tabiri geçiyor. Kelime-i şehadette de Resul deniyor. Nebilik daha yüksek olsa idi o geçer idi.

(Musa'yı mucizelerimizle Firavun ve topluluğuna gönderdik. Musa,
"Ben âlemlerin Rabbinin resulüyüm" dedi.) [Zuhruf 46] (Bu âyette de, Hazret-i Musa'nın resul olduğunu açıkça bildiriyor.)

Hazret-i Musa da, Peygamber efendimiz gibi, hem resul, hem de nebi idi. İşte âyet-i kerime meali:
(Kitapta Musa'yı da an; elbette o, muhlis bir kul ve resul olan nebi idi.) [Meryem 51]

Hazret-i İsa da, kendisine kitap gönderilen resul idi. İşte âyet-i kerime meali:
(Meryem'in oğlu Mesih [İsa] ancak bir Resuldür.) [Maide 75]

("Biz, Allah'ın Resulü olan Meryem oğlu İsa'yı öldürdük" demeleri sebebiyle onları
[Yahudileri] lanetledik, rahmetimizden kovduk.) [Nisa 157]

Kitap sahibi resul olan Musa aleyhisselam, kardeşi Harun'un da kendisine vezir yani yardımcı olmasını istedi. İşte âyet-i kerime meali:
(Ya rabbi, ailemden kardeşim Harun'u bana vezir yap, beni onunla destekle, onu görevimde ortak kıl!) [Taha 29-32]

Allahü teâlâ, onun bu duasını kabul ederek buyuruyor ki:
(Allah, "Ey Musa! İstediğin sana verildi" dedi.) [Taha 36]

(Biz, Musa'ya Kitab verdik, kardeşi Harun'u da ona vezir
[yardımcı] yaptık.) [Furkan 35]

Kitap verilen resul olan Hazret-i Musa'dır. Hazret-i Harun ise onun veziri, yani yardımcısıdır. Yardımcısı daha üstün olur mu hiç? Hazret-i Musa Resul iken, Hazret-i Harun da nebi oldu. İşte âyet-i kerime meali:
(Rahmetimizden, kardeşi Harun'u bir nebi olarak ona bağışladık.) [Meryem 53]

Hazret-i Harun, Musa aleyhisselamın getirdiği dini, yani Museviliği tebliğ eden bir nebi idi.
(Zekeriyya mihrabda namaz kılarken melekler ona, "Allah sana, Kelimullahı [İsa�yı] doğrulayıcı, efendi, nefsine hakim ve salihlerden bir nebi olarak Yahya'yı müjdeler" diye seslendiler.) [Al-i İmran 39] (Hazret-i İsa'nın kitap gönderilen bir resul olduğu yukarıdaki âyetlerde bildirildi. Hazret-i Yahya ise, Hazret-i İsa'nın getirdiği dini, yani İseviliği tebliğ eden bir nebi idi.)

Bu örnekler de açıkça kendisine kitap verilen peygamberlere Resul denir. Resullerin getirdiği dini tebliğ edenlere de Nebi denir. Her resul aynı zamanda nebidir. Peygamber efendimizden sonra, nebi gelmeyecektir. Bir âyet meali şöyledir:
(O, Allah'ın resulü ve nebilerin sonuncusudur.) [Ahzab 40]

Nebi gelmeyince, Resul hiç gelmez. Çünkü resullük makamı, nebilikten daha özel ve yüksektir. Bu âyetlerden sonra, bu konudaki hadis-i şerifleri bildirelim:

(Nübüvvet ve risalet sona ermiştir. Benden sonra nebi de, resul de yoktur.) [Tirmizi]

(Nebiler benimle son buldu.)
[Müslim]

(Resullerin ilki Âdem ve sonuncusu Muhammed'dir.)
[Hakim, Taberani]

(Övünmek için söylemiyorum
[hakikati bildiriyorum], ben mürsellerin [Nebi ve resul olarak gönderilen peygamberlerin] efendisiyim. Hepsinin sonuncusu ve şefaat edicilerin ilkiyim.) [Darimi]

(Diğer nebilere göre benim durumum şu misale benzer. Bir kimse, güzel bir ev yapar, fakat bir kerpici noksandır. Ziyarete gelen halk, evi beğenir. Yalnız "Şu boşluğa da bir kerpiç konsaydı" derler. İşte ben o kerpicim. "Hatem-ün-nebiyyin" yani nebilerin sonuncusu, tamamlayıcısıyım.)
[Buhari, Müslim]

(Ya Ali, Musa'nın yanında Harun nasıl idiyse, sen de, benim yanımda öylesin. Ancak, benden sonra nebi gelmeyecektir.)
[Buhari, Müslim,Tirmizi, İbni Mace, İmam-ı Ahmed, Taberani]

Peygamber efendimiz, sadece zamanının ve Arabistan'ın değil, kıyamete kadar bütün insanların, bütün dünyanın resulüdür. Bir âyet meali şöyledir:
(Biz seni bütün insanlara ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik; fakat insanların çoğu bilmez.) [Sebe 8] Bir hadis-i şerif meali: (Ben bütün insanlara gönderildim.) [Müslim]

(Size, âyetlerimizi okuyacak, sizi her kötülükten arıtacak, size kitabı ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek aranızdan, bir resul gönderdik.)
[Bekara 151] (Bu âyet de kitabın nebiye değil, resule geldiğini göstermektedir.)

Kur'an-ı kerimde, Resulullahın son nebi olduğu bildirildikten sonra, İslam binasının tamamlandığı şöyle açıklanıyor:
(Bugün size dininizi ikmal ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam'ı beğendim.) [Maide 3]

Allahü teâlâ, son nebi ve son resulünü gönderip dinini tamamladığına ve dinde noksan kalmadığına göre artık başka din ve başka peygamber aramak, Kur'an-ı kerimi inkâr olur.

Nisa suresinin, (Kıssalarını sana bildirmediğimiz resuller de gönderdik) mealindeki 64. âyeti, resul sayısının Kur'an-ı kerimde bildirilmediğini göstermektedir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Nebiler 124 bin, resuller ise 313 tür.) [Hakim]

Bu hadis-i şerif de, kitap getiren resullerin nebilere göre daha az olduğunu göstermektedir. Nebilerin çok olması, resullerin dinlerini yaymalarından dolayıdır.

Peygamberler Günah İşlemez

Sual: Peygamber günah işlemez mi yani masum mudur?
CEVAP
Masum olmak, kusursuz ve günahsız olmak, Peygamberlere mahsustur. (Merec-ül-bahren)

Her Peygamber, büyük küçük her günahtan masumdur. (Riyad-ün-nasıhin)

Peygamberler günah işlemekten masumdur, temizdir, günah işleyemezler. (Mekt. Rabbani 2/44)

İmam-ı Gazali hazretleri, Ravda-tüt-talibin isimli eserinde buyuruyor ki:
(Resulullah, icma ile büyük-küçük günahlardan ve mekruh işlemekten uzaktır. Unutmaktan, gafletten, verdiği haberlerde hata edip yanılmaktan da uzak olduğu icma ile sabittir.

Tebliğ ettiği sözlerde yanılmasının caiz ve mümkün olması, üzerinde durmayıp derhal farkına varması şartı iledir. Bu da icra ettiği şeydeki hikmetleri bilmeyi ve ona tâbi olmayı ve unutmanın faydasını bildirmek içindir. Resulullahın bu husustaki yanılma haline sebep, ilmin anlatılması ve dinin açıklanmasıdır. Nitekim hadis-i şerifte, (Ben hiçbir hususta unutup yanılmam. Böyle bir şey vaki olursa, bu sadece bildirmek istediğimi açıklamam içindir) buyuruldu. Bu durum, onun için bir noksanlık değil, bilakis tebliği genişletmek ve nimeti tamamlamak içindir. Fakat bir tebliğde bulunmak, fiillerindeki hükümleri açıklamak, dini emirleri bildirmek ve kalbine gelen vahiy haberlerini anlatmak maksadı bulunmayan hususlarda bütün mutasavvuflar ve kalb ilmine sahip âlimler, yanılmanın, unutmanın, gaflet ve gevşekliğin imkansız olduğunu bildirmişlerdir.

Kadı İyad hazretleri, Şifa-i şerif isimli kitabında buyuruyor ki:
(Küçük günahları Peygamberlere caiz görenler, bu cevazlarına birçok âyet-i kerime ve hadis-i şeriflerin zahirlerini delil olarak almaları, büyük günahları caiz görmeye, icmayı parçalamaya ve müslüman kimsenin söyleyemeyeceği şeyleri söylemeye sevk etmiştir.)

Bütün bu nakillerden anlaşılacağı üzere, Peygamberler küçük, büyük günah işlemezler. Peygamber Zelle işleyebilir. Zelle ise günah değildir. En efdali ve en evlayı yapmayıp, fadılı, yani fazileti tercih etmektir. (Riyad-ün-nasıhin)

Fetih suresinde Peygamber aleyhisselama hitaben (Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını affetti. Üzerindeki nimetini tamamladı ve seni doğru yola iletti) buyurulan bu âyet-i kerimede, Allahü teâlâ, Resul-i ekremini her türlü ayıplardan teberri ve Onun ismetini, günahsızlığını beyan buyurmaktadır (Şifa-i şerif) Bazı âlimler de bu âyet-i kerimeyi şöyle açıklamışlardır:
(Allahü teâlâ, seni geçmişte ve gelecekte günah işlemekten korudu.)

Günah işlemekten korunmuşlardır
Sual:
Bekara suresinin 128. âyetinde, İbrahim ve İsmail Peygamberin, "Ya Rabbi, tevbemizi kabul et" diye dua ettikleri bildiriliyor. Bekara suresinin 121. âyetinde, (Âdem Rabbine asi oldu) deniyor. Kasas suresinin 15. âyetinde Hazret-i Musa'nın kavga eden iki kişiden birini öldürdüğü, 16 âyetti ise Hazret-i Musa'nın (Ya rabbi ben kendime zulmettim, beni affet) dediği ve Kehf suresinin 74. âyetinde, Hazret-i Musa'nın arkadaşının suçsuz bir çocuğu öldürdüğü bildiriliyor. Bütün bunlar Peygamberlerin günah işlediğini göstermiyor mu?
CEVAP
Kur'an meallerinden din öğrenilmez. Aksine böyle yanlış düşüncelere sahip olunabilir. Din ancak doğru yazılmış ilmihallerden öğrenilir.

Allahü teâlâ, Peygamberleri, Peygamberlikten önce de, sonra da günah işlemekten korumuştur. (Nuhbet-ül-Leali)

Peygamberler nübüvvetten [Peygamberlikten] önce de günah işlemekten korunmuştur. (Kadı Iyâd / El- Millet-ül Meşhure)

İbrahim ve İsmail aleyhimüsselam ile ilgili âyetin meali şöyledir:
([İbrahim ve İsmail dedi ki:] Ey Rabbimiz, bizi Müslümanlıkta sabit kıl. Soyumuzdan da Müslüman bir ümmet yetiştir. Bize menasiklerimizi [Haccın usullerini] öğret. Tevbemizi kabul et. Çünkü tevbeleri daima kabul eden, merhametli olan ancak sensin.) [Bekara 128]

Peygamberler, günah işlemekten masumdur. Hazret-i İbrahim ile Hazret-i İsmail, Kâ'beyi yaptıktan sonra bu yerlerde daha çok duanın ve tevbenin kabul edileceğini öğretmek için böyle dua etmişlerdir. Bu, bizim masumiyetimizi [günah işlemeyişimizi] devamlı kıl demektir. (Kurtubi)

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı. (İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir) buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir. Taha suresinin, (Âdem unuttu, azim ile, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerimesi bunu bildiriyor.

Demek ki Hazret-i Âdem günaha azmetmedi. Kasten yapmadı, unutup yanılarak yaptı. Bunun için de affa uğradı. Ama İblis kararla, azimle yaptı ve ebedi lanetlendi. İkisinde de emre muhalefet var; ama birinde unutmak ve yanılmak, ötekinde azim ve karar var.

Hazret-i Musa'nın Kıpti'yi öldürmesi hakkında Tefsir-i Kurtubi'de bildirilen malumat şöyledir:
1- Hazret-i Musa, o zaman 12 yaşında idi.
2- Kavgayı aralamak için iki kişinin arasına girdi. Kıpti hafif itelemekle düşüp öldü.
3- Bu işte Hazret-i Musa'nın öldürmek için bir kastı yoktu, yanlışlıkla yani kazayla bu olay meydana geldi. Buna rağmen Hazret-i Musa yine de Allahü teâlâdan af diledi. Allah da onu affetti.

Hazret-i Musa'nın yanındaki Hızır aleyhisselamın günahsız çocuğu öldürmesi ise Allah'ın emri ile idi. Çocuk büyüyünce kâfir olacağı ve ailesine zulmedeceği bildirildiği için, yerine hayırlı bir evlat vermesi için o çocuk öldürülmüştü. Bunda Hazret-i Hızır'ın bir suçu yoktur.

Peygamberler aya güneşe tapmaz
Sual:
Bütün Peygamberlerin Peygamberlikleri bildirilmeden önce de, günah işlemedikleri malum iken, neden meallerde, Hazret-i İbrahim'in, yıldıza, aya ve güneşe "Bu benim Rabbim" dediği yazılı?
CEVAP.
Hiçbir Peygamber, Peygamberliğini tebliğ etmeden önce de günah işlemez, hele Allahü teâlâya şirk koşmaz. Müşrikler gibi (Güneş benim Rabbim) demez. Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki:
(İbrahim ne Yahudi, ne de Hıristiyandı. O gerçekten Allah'ı tanıyan doğru bir müslümandı. Müşriklerden de olmadı.) [Al-i İmran67]

(Andolsun ki bundan önce, İbrahim'e de rüşdünü
[büluğundan önce hidayeti] verdik. [Onun buna ehil ve müstahak olduğunu] biliyorduk.) [Enbiya 51]

Bu âyet-i kerimeler de İbrahim aleyhisselamın büluğundan önce de hidayet üzere olduğunu göstermektedir. (Beydavi)

Durum böyle iken, İbrahim aleyhisselamın yıldıza, aya ve güneş taptığını söylemek, Kur'an-ı kerimdeki ifadeleri anlamamak demektir. Hemen bütün tercüme ve meallerde, yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) diye yazılmıştır. Hiçbir açıklama yapılmamıştır. Bu bakımdan Kur'an-ı kerim tercümelerinden fıkıh, akaid gibi ilimler öğrenilmez.

Tefsir-i
Mazharide, Enam suresinin 76-79. âyetlerinin açıklaması şöyledir:
İbrahim aleyhisselam, yıldızları, ay ve güneş gösterip Bu mu benim Rabbim diyerek bunlara tapanları ilzam etmek [susturmak] istemiştir. Beydavi tefsirinin Şeyhzade haşiyesinde de böyle bildirilmektedir.

Tibyan
'da (Acaba Rabbim bu mu?) şeklinde tercüme yapılmış. Bu ifadede bile şüphe var. Ancak tefsirlerden aldığı dört açıklama şöyledir:
1- İbrahim aleyhisselam, müşriklerin cehaletlerini bildirmek için böyle söylemiştir.

2-
Müşriklerin yaptıkları şeyleri başlarına kakmak, doğruyu öğretmek için (Bunun gibi şeyden hiç Rab olur mu, bu mu benim Rabbim) demek istemiştir.

3-
Müşriklerin aleyhine hüccet için, (Sizce benim Rabbim bu ha) demek istemiştir.

4-
(Kavmim Rabbimin bu olduğunu söylüyor) demek istemiştir.

Bu dört açıklama da Hazret-i İbrahim'in; yıldız, ay ve güneş için (Bu benim Rabbim) demediğini, yani müşriklerden olmadığını açıkça göstermektedir. Ay veya güneş için Bu benim Rabbim demek şirktir. Halbuki Peygamberler, şirk değil, günah bile işlemezler. (Feraid)

Bekara suresinin, (İbrahim, "ya Rabbi, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster" dediğinde, Rabbi "İnanmıyor musun"dedi. İbrahim, inanıyorum ama, kalbimin tatmin olması için görmek istedim, dedi) mealindeki 260. âyetinden dolayı da bazı sapıklar, (Hazret-i İbrahim, Allah'ın yaratmasından şüphe ediyordu) diyorlar. Halbuki yukarıdaki âyetlerde, İbrahim aleyhisselamın, büluğundan önce de rüşd sahibi doğru bir müslüman olduğu açıklanmıştı. Buna rağmen böyle söylemek, cahillik değil ise, art niyettir.

Hazret-i İbrahim'e bu çeşit saldırılar olduğu gibi, İslam'ın iki göz bebeğinden birisi olan Hazret-i Ömer'e de İbni sebeciler, (Ömer Hudeybiye'de, Resulullahın Peygamberliğinden şüphe etmişti) diyebiliyorlar. Orada da, Hazret-i Ömer aynen, Hazret-i İbrahim gibi, Allah ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulallah sen Allah'ın Peygamberi değil misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?) mealindeki sözlerinden dolayı ona saldırıyorlar. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, (Sen elbette Allah'ın resulüsün, bizim yolumuz elbette hak, kâfirler elbette bâtıl yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden taviz verilmemiştir) demek istediğini bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. (Kurret-ül-ayneyn)

Kur'an tercümesi denilen kitapların ne kadar yanlış ve zararlı oldukları buradan da anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh ve tasavvuf gibi lüzumlu bilgileri Kur'an tercümesi denilen kitaplardan öğrenmemiz mümkün değildir. Hatta muteber tefsirlerden bile anlamamız mümkün olmaz. Lüzumlu bilgileri, nakli esas alan ilmihallerden öğrenmemiz gerekir.

Peygamberler masumdur
Sual:
Bütün peygamberlerin günah işlemediği bildiriliyor. Âdem aleyhisselamın yasak meyveden yemesi günah değil mi?
CEVAP
Evet, peygamberler günah işlemez. Zelle işleyebilirler. Zelle, doğrular içinde, en doğruyu bulamamak demektir. Âdem aleyhisselam, kasten yasak meyveden yemedi. Unutarak yediği için mazur görüldü. Taha suresinin, (Âdem unuttu, azimle, karar ile yapmadı) mealindeki 115. âyet-i kerimesi Âdem aleyhisselamın mazur olduğunu, günahsız olduğunu göstermektedir. Âdem aleyhisselamın mazur olduğu şu hadis-i şerifle de bildirilmektedir:

(Âdem aleyhisselam ile Mûsa aleyhisselam, Rableri nezdinde münazara ettiler ve Âdem aleyhisselam, Mûsa aleyhisselama galip geldi. Mûsa aleyhisselam dedi ki:
- Sen o Âdem'sin ki, Allahü teâlâ, seni iki eli ile [vasıtasız olarak] yarattı ve sana ruhundan üfledi, melekleri sana secde ettirdi ve seni cennete yerleştirdi. Sonra da sen bir hatan sebebiyle, insanları yeryüzüne indirdin.
Âdem aleyhisselam ona dedi ki:
- Sen o Mûsa'sın ki, Allahü teâlâ seni Peygamber seçtiği gibi, kendisi ile konuşmana izin verdi. Sana her şeyin açıklanmasını ihtiva eden kitabı verdi. Onunla konuşmak, Ona yalvarmak suretiyle seni kendisine yanaştırdı. Şu halde benim yaratılmamdan ne kadar önce Tevrat'ı yazdığını gördün değil mi?
Evet gördüm. Kırk yıl önce.
- Ya Musa, şu halde orada Âdem hata etti yazısını da gördün mü?
Gördüm.
- Allah'ın beni yaratmasından kırk yıl önce işleyeceğimi yazdığı işi yapmam üzerine
beni nasıl suçlarsın ki?
Âdem aleyhisselam böylece Mûsa aleyhisselama galip geldi.)
[Buhari, Müslim]